50 YIL YETER

Şimdi Değilse Ne Zaman?

Kuruluşun adı bu: “50 Yıl Yeter.” “Küresel Ekonomik Adalet”i sağlamak amacıyla 65 ülkeden, 185 kuruluşun oluşturduğu bir koalisyon. Amaçlarını “Eğitim ve eylem yoluyla uluslararası finans kuruluşlarının politikalarını ve uygulamalarını değiştirmek, neo-liberal ekonomik programların dayatılmasına son vermek ve kalkınma süreçlerinin demokratik ve sorumlu olmasını sağlamak” olarak tanımlıyorlar. IMF ve Dünya Bankasının kuruluşunun ellinci yıldönümü olan 1994’de biraraya gelmişler. “Ekonomik cehaletle eyleme-yönelik eğitim vererek savaşmak”tan bahsediyorlar. Global ekonomik cehaletle savaştan, global seferberlikten ve yeni politikalar oluşturmaktan söz ediyorlar. 

50 Yıl Yeter’in bir soru-cevap cetveli var. “Dünya Bankası Nedir?” diye başlıyor ve cevaplıyor: “1944’de Bretton Woods konferansında kuruluşmuş olan Dünya Bankası Grubu 177 üye ülkeye borç veya kredi garantisi veren beş bölümden oluşur. Altyapı projelerine ilaveten, ülkelerin ekonomik sistemlerini yeniden yapılandırmaları mümkün kılacak “Yapısal Uyum Projeleri”ni (İngilizce, SAPs – Türkçe’de YUP diyebiliriz) finanse eder. Bu işler için Banka’nın elindeki para 200 milyar dolar cıvarındadır (Bu arada Türkiye’nin toplam iç ve dış borç miktarının 250 milyar dolara vurduğunu hatırlatalım!) Banka geçen yıl 80 ülkeye toplam 28.9 milyar dolar dağıtmıştır ki, bu miktar rekor kabul edilmektedir. Peki, IMF nedir? 

Yine Bretton Woods’da oluşturulan IMF’nin misyonu üye ülkelere kısa-vadeli ödemeler dengesi açıklarını karşılayacak para bulmaktır. Ancak, bu para, üye ülkelere “ekonomi politikalarını ıslah etmeyi kabul etmeleri” şartıyla verilir. “Ekonomi politikalarını ıslah etmeyi kabul etmeleri” demek, “Yapısal Uyum Projeleri”ne razı olmaları demektir. 50 Yıl Yeter, burada hemen şunu soruyor: “Peki, YUP’lar işe yarıyorlar mı?” Cevapları, kesin bir “Hayır! Yaramıyorlar!”

Yapısal Uyum Programları uygulanan ülkelerin hemen hepsinde yoksulluğu arttırdı, milyonlarca insanın acı çekmesine neden oldu ve çevreyi perişan etti. Dahası, 1980’den bu yana, servetin kalkınmaya çalışan ülkelerden kalkınmış ülkelere akmasına neden oldu. Bugün itibariyle, kalkınmakta olan ülkeler, aldıklarının tam beş kat fazlasını sanayileşmiş Batılı ülkelere vermiş durumdadırlar. 

Dünya Bankasında olsun IMF’de olsun, aklı başında pek çok insan çalışıyor. Bu insanlar YUPların işe yaramadıklarını bildikleri halde, neden uygulamaya devam ediyorlar?  

50 Yıl Yeter’in bu soruya cevabı da şöyle: “Dünya Bankasını ve IMF’yi kontrol eden zengin Batılı ülkeler, bu kuruluşlarının gündemlerini dikte ediyorlar. Zengin Batılı ülkelerin çıkarları durumun aynen böyle devam etmesini gerektiriyor. Dahası, halen Banka’da çalışan ekonomistlerin ezici çoğunluğu kariyerlerini neo-liberal politikaları ve Dünya Bankasının kalkınma modelini savunarak yapmışlardır. Onların ortodoks (yani yobaz) bakış açılarında serbest-piyasa, bireysel girişim, uluslararası ticaretin serbestleşmesi ve rekabet kutsaldırlar. Banka ve IMF çalışanlarının aldıkları kararlardan dolayı sorumlulukları yoktur. 

YUP’ların işlemediğine ilişkin verilerin çığ gibi büyüyor olmasına karşın politikalarında değişiklik yapmaya yanaşmamalarının nedeni, yanlış kararlarının cezayı müeyyidesi olmamasındandır.” (Diğer bir deyişle, örneğin, bir Cottarelli’nin Türkiye’de yanlış iş yaptığı nedeniyle işinden olması söz konusu değildir.)

Bir başka soru: “Üçüncü Dünya ülkelerinin borç krizine saplandığını ve borçlarının çoğunun ticari bankalara ve zengin Batı ülkelerine olduğunu biliyoruz. Bu borçların silinmesi ve onların ekonomilerini düzeltmelerine fırsat tanınması düşünülemez mi? Borçlarını daha sonra ödeyemezler mi?”

Cevap: “Bu borçların çoğu ’70 yıllarda ticari bankaların sorumsuzca açtıkları kredilerle, hükümetlerin işin sonunu düşünmeden aldıkları paralardır. Borç alan hükümetlerin hemen hiç birisi bugün iktidarda değildir. Üçüncü dünya ülkelerinin borç krizine saplanmaları, 1980lerin başında kalkınan ülkelerin ihraç mallarının fiyatlarının düşmesi buna karşın petrol fiyatlarının ve faizlerin artması sonucunda meydana gelmiştir. Artan petrol fiyatlarına karşın azalan ihracat karşısında borçlarını ödeyememektedirler. Öte yandan, hangi koşullar altında gerçekleşmiş olursa olsun, bir ülkenin iflastan kurtarılması gibi uygulama yoktur. Oysa, böylesi bir uygulama ticari kuruluşlar için vardır. Örneğin, Macy mağazalar zinciri, 1992’de konkardato ilân ettiğinde, borçlu olduğu kuruluşlar derhal harekete geçmişler, işletme sermayesinin devamını sağlamışlardı. Oysa, aynı durumda olan Rusya, IMF yardımı için bir yıldan fazla beklemek zorunda kaldı.”  

1980’lerden itibaren, ülkelerin borçları daha da arttı. Bugün kalkınmakta olan ülkelerin toplam borçları, GSMH’larının toplamının yarısına, yıllık ihracatlarının ise iki katına eşittir. Bu koşullar altında ezilen hükümetlerin pazarlık güçleri yoktur. Önlerine sürülen YUPları kabul etmekten, IMF ve Dünya bankasının taleplerine razı olmaktan başka çareleri yoktur. YUPların bu ülkelerin ekonomilerini döviz-üreten sahalara yönlendirmelerinin nedeni, alacaklı ülkelerin borçlarını tahsil etmelerini kolaylaştırmaktır. Bu yolla alacaklı zengin ülkeler, yoksul ülkelere uyguladıkları programlarla daha da zenginleşmektedirler. 
1992’de yapılan bir araştırmaya göre, Dünya Bankasının verdiği borçlardan yüzde otuzu, Banka’nın tüzüğü doğrultusunda verilen borçlar değildir. Bu borçlar siyasi nedenlerle verilmiş borçlardır. Yani, zengin Batı ülkelerinin politikacıları, Dünya Bankasını yönlendirmektedirler. Öte yandan, her ne kadar IMF’nin 177 üyesi varsa da, bu üyelerin oylarının değeri eşit değildir. Her üyenin oyunun değeri, IMF’ye yaptığı parasal katkı ile orantılıdır. Bu nedenle, örneğin ABD, oyların %17’sine sahiptir. G-7 ülkelerinin oylarının değeri toplamın %45’idir. Bu durumda, ABD’nin hemen tek başına IMF’yi kontrol etmesi kaçınılmaz olmaktadır. Aynı şekilde, kalkınan ülkelerin IMF’de esamelerinin okunmaz olması da kaçınılmazdır. Dahası, gelenek, Banka’nın başkanın Amerikanlı, IMF başkanının ise Avrupalı olması şeklindedir.  

Dünya Bankasının finanse ettiği projelerin mal ve hizmetlerinin zengin ülkelerden alınması da ileri sürülen koşullar arasındadır. Amerikan Hazine Bakanlığı’nın hesaplarına göre, ABD’nin dış ülkelere yaptığı her bir dolarlık yardım, Amerikan ihracatçılarına iki dolar olarak geri dönmektedir. Hal böyle olunca, bankalar daha büyük, daha pahalı, Batılı müteahitlerin beceri ve bilgilerine ihtiyaç duyan projeleri desteklerler. Böylece yerli müteahitler, iş adamları iş alamaz, yatırım yapamaz olurlar. Çünkü rekabet edemezler. Oysa Dünya Bankasının misyonu yoksulluğu izale etmek olmalıdır, zaten zengin olan G-7 ülkelerinin iş adamlarını değil. 

50 Yıl Yeter’in en çok tutulan sloganlarından bir tanesi, “Cininiz tepenize çıkmıyorsa, bizi dinlemiyorsunuz demektir!” Bence de duyduğum en iyi sloganlardan birisi. Kendi adıma IMF ve Dünya Bankası uygulamaları konularında neler düşündüklerini, bu dipsiz kuyudan sadece bizim değil, dünyanın benzer durumdaki ülkelerin çıkabilmeleri için ne gibi planları olduğunu başta Kemal Derviş olmak üzere, seçime giren tüm siyasi parti liderlerinden duymak isterdim. Öyle görünüyor ki, içe sindirilemeyecek bir şey varsa o da YUP’lar. Şimdi konuşulmayacak da ne zaman konuşulacak?!