AKLIBAŞINDA HİÇBİR TANRI “YENİ YILI SOĞUK ve KARANLIK OCAK AYINDA BAŞLATMAZ!”

Ner’de bir medeniyet, orada bir “Yeni Yıl” kutlaması! Ve illâ da “siyasi”! Hatta, sahici ya da öykünülen “kültürel aidiyetin” önde gelen göstergelerinden birisi!

İnsanoğlunun geçen zamana duyduğu huşu dolu saygı, zamanı birimlerle ifade etme çabasıyla sonuçlanmış. Takvim denilen tertibin, tarım, av, göç gibi dünyevi işleri düzenlemekteki yararı bir yana, insanoğluna, hernekadar tümüyle sanal ise de, bir tür idrak ve kontrol duygusu verdiği; kâinat ile kendisi arasında adeta bir tür bağlantı kurduğu kuşkusuz. Bu bağlamda “kutsal” bir tınıları da var; kehanet, fal gibi uğraşlar da takvimsiz olmuyor. Ancak, bilimsel temelleri ne denli gelişmiş olursa olsun, takvimler, bilimsel pradigmalar değil, toplumsal mutabakatlar olarak değerlendirilmek durumundalar.

Zamana ilişkin en bariz birim, “gün.” Bu hususta mutabakat evrensel olunca, sıra “ay”ın ve “yıl”ın tanımlanmasına geliyor. “Ay,” adı üstünde, ayın dünya etrafında bir seferlik dönüşü; “yıl” da, dünyanın güneşin etrafındaki bir seferlik dönüşü. Burada da evrensel mutabakat tamam, şu şerhle ki, ayın ve güneşin dönüş süreçleri, mutlak ve değişmez olmadıkları gibi, birbirlerine kesin olarak oranlanabilir de değiller. Yani? Yani, göksel cisimlerin hareketleri tam sayılarla ifade edilemiyor; oradan buradan sarkan birkaç dakika hep var. Yani, ister Milâdi, ister Rumi olsun, hiç bir takvim astronomik hareketleri tam tamına yansıtmıyor; aralarındaki farklılıklar, küsüratı “yedirme” tercihlerinden kaynaklanıyor. Örneğin, bizim halen kullandığımız Milâdi takvim, dünyanın güneşin etrafındaki bir seferlik turunu esas alan bir formüle dayanmaktadır, küsüratı, 28 günlük Şubat’ta her dört yılda bir yirmidört saat ekleyip 29 güne çıkarmak suretiyle halleder. Dünyanın güneş etrafındaki dönüşünü bir yana bırakıp, ayın dünyanın etrafındaki dönüşünü esas alan takvimler ki, İslam takvimi bunlardan birisidir, zamanı, aylarla sayar. Bir de her ikisinin karışımı olan Çin ve İbrani takvimleri formüller vardır ki, bunlar da hesaplarını ayın tavafına göre yapar, dünyanın güneşin çevresindeki dönüşüyle senkron tutturabilmek için bir kaç yılda bir, takvime bir ay eklerler. Bu uzunca girişten sonra, diyeceğim, Pazartesi akşam 10,9,8… diye sayarak “gireceğimiz” yeni yılın “bilimsel” bir karşılığı olmayıp, keyfi bir iradeyi yansıttığıdır! Ve her keyfi irade gibi, ille de siyasi telmihleri vardır.

Keyfi irade deyince, en sevdiğim anektodlardan birisi Çar Deli Petro (1672-1725) zamanında geçiyor. 988’de Hıristiyanlığı kabul etmeden önce, Ruslar, tabiat ile haşır neşir tüm diğer kavimler gibi, yeni bir yıl deyince, karların eriyip, doğanın yeniden canlandığı baharı düşünüyorlar ki, bu genellikle Mart’ın sonlarına denk gelen bir süreç oluyor. İlk yaz ya da “üç aylar” dedikleri süreç 22 Mart’ta gecenin gündüze eşitlendiği gün başlıyor; “yeni yıl” kutlamaları da o gün oluyor.

Hıristiyanlıkla birlikte, “Çağdaş Bizans”ın usullerini kabullenmek farz oluyor. Bizans’ın kullandığı takvim de “Julian” takvimi dedikleri takvim ki, İsa’dan 45 yıl kadar önce Roma İmparatoru Sezar’ın kabullendiği, dünyanın güneşin etrafındaki hareketini esas alan 365 günlük takvimdir. Julian takvimi uyarınca, Yeni Yıl, 1 Mart’a çekiliyor ve sabitleniyor. Halkın da buna pek bir itirazı olmuyor. Derken, Ortodoks Kilisesinin ünlü İznik Konseyleri toplantıları araya giriyor; bir takım yeni dini yasalar ortaya çıkıyor; bunların arasında Yeni Yılın bundan böyle 1 Eylül’de kutlanması fermanı da var. Rus köylüleri, bu yeni yasayı yadırgamakla birlikte, kiliseye saygılarından kabulleniyorlar. (1348) Üvez ağaçlarını kırmızı elmalarla süsleyip, yeni yıl kutlamaları yapıyorlar. Bundan üç asır kadar sonra Deli Petro’nun aylarca süren bir Avrupa seyahati var; bu uzun gezinin sonunda ülkesine geri dönen çar, (1699) Yeni Yılın bundan böyle 1 Ocak’ta kutlanacağını söylüyor; üvez ağacını atıyor yerine çam ağacı süslüyor. Meğer, gezdiği Protestan Avrupası ülkeleri böyle yaparlarmış.

Ne ki, bu defa kıyamet kopuyor. Pek ender rastlanır bir cesaretle dinibütün Ortodokslar Çar’ı protesto ediyorlar. Gerekçeleri de şöyle: Bu işte bir hile var, çünkü aklıbaşında hiçbir Tanrı, yeni yılı Ocak gibi karanlık, soğuk bir ayda başlatmaz! Ne ki, emir, demiri kesiyor, Rusya ’17 devrimine kadar Sezar’ın takvimi kullanmaya devam ediyor.

Bu arada, Katolik Avrupalılar 1582’den itibaren Gregoryen takvimi kullanırlarmış ki, bu da Hz.İsa’nın doğumunu 11 gün önceye sabitliyor. Zamanla, Protestanlar da Katoliklere katılıyorlar, Rusya, İsa peygamberin doğum gününü tek başına kutluyor. 1929’da Bolşevikler bunu da yasaklıyorlar; 1949’a kadar Rus evlerinde çam ağacı, neredeyse ihaneti vataniye simgesi sayılıyor; nedeni de çam ağacının Alman geleneği sayılması.

1987’de yapılan bir araştırmaya göre halen yeryüzünde kullanılan yaklaşık kırk farklı takvim – ve dolayısıyla kırk farklı “yılbaşı” var. Bu takvimlerin temelleri üç aşağı beş yukarı aynı olduğundan, yansıttıkları kültürel tercihler itibariyle anlamlılar. En yaygınlarından birisi, Doğu ve Güneydoğu Asya’da, Kore’den, hatırı sayılır Çin nüfusu olan Malezya’ya kadar kullanılan Çin Takvimi.

Geleneksel Çin ay takvimine göre, Yeni Yıl, baharda. Örneğin, Tayland’da, Nisan’da pek renkli bir biçimde kutlanıyor. Japonya da 1873 Batılılaştırmacı Meici reformlarına kadar bu takvimi kullanmış. Şimdi artık, bizim gibi onlar da Gregoryen takvimini kullanıyor, yeni yılın ilk günü 1 Ocak. Ancak, bizden farklı olarak, Japonlar, tarihi değiştirmekle yetinmişler. Kutlamalar, 1873’den önceki gibi. Örneğin, yeni yılın ilk şafağı önemli. “Hatsuhinode” derler, güneşin ilk ışıklarını görmek için en iyi kimonolar giyilir, Şinto tapınaklarına gidilir. Yeni yılda yapılan ilk işin hatta görülen ilk rüyanın kaydı düşülür ki, bu da iyileştirici bir muska gibi görev yapar.

Kendisine özgü takvimi olan bir diğer ülke Hindistan. 1957 Takvim Devrimi ile “Ulusal Hindistan Takvimi” değişmiş, yerini “lunisolar” denilen, güneş ve ay takvimlerinin bileşkesi almış. Burada, yıla geleneksel Hint ayları ile başlanıyor. Ayların isimleri değişmezken, Gregoryen takviminin dört yılda bir yıla bir gün ekleme yöntemi kullanılıyor. Dini bayramların hesabını, Hindistan Meteoroloji Bakanlığı yapıyor ve ilan ediyor. Buna karşın, Hindistan’da “milli” bir takvimin varlığından sözedilemiyor. Merkezi yönetim, Gregoryen takvimini kullarken, yerel yönetimler ve cemaatler, bölgesel, dini ya da etnik geleneklerine uygun kendi takvimlerini kullanıyorlar. Bu bağlamda, Hindistan’da “yeni yıl”a herkes bir başka günde giriyor.

Halen İsrail’in resmi takvimi olan İbrani takvimi de bir başka alem; özde “lunisolar,” ancak gözlem değil, hesap üzerine kurulu; aşai rabbani olarak bilinen toplu dua günlerini temel alıyor. Zaman, ondokuz yıllık devridaimler olarak düşünülüyor; bu süreçte ayın kaç kez hilal olarak görüneceği hesaplanıyor (ki, bu, 235 defa olurmuş) ve aylar buna göre 29 ya da 30 gün olarak tanzim ediliyor. Yıllar “Yaradılış”tan itibaren sayılıyor; bu tarih Julien takviminde 7 Ekim 3760’a tekabül ediyor. İsrail’de her yılın “Yeni Yıl”ı, farklı bir tarihe ve güne düşüyor.

Diyeceğim şu ki, bu Pazartesi akşamı, ister allanıp pullanıp gezmelere çıkalım, ister başımıza yorganımızı çekip uyuyalım, “Yeni Yıl”a giren, bizim benimsediğimiz kültürümüz; dünya değil, Kâinat hiç değil. Buna karşın, dua, hep aynı dua; Allah hepimize güzel günler nasip etsin.