BU DEFA DA BİZ DENETLESEK!

22 Temmuz seçimleri “izlemek” üzere, Avrupa Konseyi’nin Belçikalı parlamenter Luc Van Den Brande başkanlığında 32 kişilik bir heyet gönderdiğini hatırlarsınız. Heyette bugünlerde yapacak daha iyi bir işi olmadığı anlaşılan eski Yunanistan dışişleri bakanı Theodoros Pangalos da vardı, “Türk kökenli milletvekilleri Fatma Pehlivan ve Hakkı Keskin” de. Bu heyet yetmemiş olmalı ki, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı, AGİT de, kendi heyetini göndereceğini duyurdu. Adamlar (ve hanımlar!) 19-23 Temmuz tarihleri arasında şehir şehir gezip siyasi parti temsilcilerinden, seçim görevlilerine, sivil toplum kuruluşlarının üyelerine kadar görüşmedikleri kimseyi bırakmadılar. Seçimleri izlediler, bir de basın toplantısı yaptılar.

Halkımızın Avrupa komiserlerine tepkisi muhtelifti. Kimi, “Tek kelimeyle içişlerimize karışmaktır bu bence. Seçimlere gözlemci gönderiyorlar bu resmen biz size ve demokrasinize güvenmiyoruz demek ve itibar zedeleyici bir durum!” derken, daha büyük bir grup, “Avrupa Birliğinin bu kararı almasına kızmadan önce özeleştiri yapmak gerekiyor, demokrasimize güvenmiyorlarsa gerçekten demokrasimizin sağlam olmayaşındandır, kendi kendimize birşeyleri gerçekleştiremediğimize göre belki bizi izleyenler olunca seçimleri lekesiz atlatmaya özen gösteririz, bir daha 32 kişilik heyete gerek kalmayacak şekilde..”(1) gibisinden suçlanmaya alışık ruh halimizi sergiledi. 

Kişisel tepkim bedava seyahat baldan tatlıdır, üstelik bu yaz Avrupa yağmurdan başını alamadı, Türkiye de Temmuz’da çok güzel olur şeklinde olmakla birlikte, itiraf etmeliyim ki adamların (ve hanımların!) üstenciliğini sinirime dokunmadı değil! Serde romancılık da olduğundan, aralarında bizim eski dışişleri bakanlarımızdan, meselâ Kâmran İnan’ın da olduğu, DTP’den ve bağımsızlardan birkaç milletvekili ile takviyeli bir “izleme heyeti” oluştursak da, biz de bir seçim denetlesek diye aklımdan geçirip, bugünlerde kim şöyle tantanalı bir seçim yapıyor araştırmaya durdum. Şansıma bakın! Amerikan başkanlık seçimleri var! Üstelik de 4 Kasım 2008 gibi bizim heyeti oluşturmamıza zaman tanıyan bir tarihte!  

ABD seçimlerinde sayım işlemlerinin nicedir özelleştirildiğini, “oylama makinaları endüstrisi”ne devredildiğini biliyor muydunuz? Denetim şöyle dursun, ne Amerikan Federal Seçim Komisyonunun, (FEC) ne Amerikan Adalet Bakanlığının, (DOJ) ne Yurtiçi Güvenlik Bakanlığının, ne de bir başka devlet kuruluşunun oylama makinaları endüstrisi üzerinde yaptırımı olmadığını biliyor muydunuz? Ben de bilniyordum. Hayali “Türk heyeti”nin hayali “gezi programı”nı hayal ederken öğrendim. 

Meğer, ABD seçimlerinde sayım işlemleri, biri ES&S,(2) diğeri Diebold olmak üzere iki şirketin tekelindeymiş. ES&S, Amerika’nın en büyük oylama makinaları üreticisi olup, oyların %60’ını sayarken, kalan %20’sini de Diebold işliyormuş. Sayım derken, oy pusulalarında belirtilen tercihler, elektronik tarayıcı (”scanner”) denilen aletlerle okunuyor, bilgisayara aktarılıyor ve toplanıyor. Amerikan seçimlerinde kullanılan bir diğer yöntem, bizdeki ATM’lere benzer dokunmatik ekranları ya da tuşları olan oylama makinaları. Bunlar kullanıldığında oylar doğrudan makinanın belleğine kaydediliyor. Daha doğrusu, kaydedildikleri varsayılıyor; çünkü, kaydedilip kaydedilmediklerini ya da belleğe kaydedilenin seçmenin tercihi olduğunu bilmenin hiçbir yolu yok. 

Şirketler iki kardeşe ait. ES&S, Todd, Diebold ise Bob Urosevich’inmiş. Kardeşler, birbirlerinin yönetim kurullarında üye; yani, bir holding gibi içiçe çalışıyorlar. Dahası, Diebold’un murahhas azası, Başkan Bush’un seçim kampanyasının önde gelen organizatör ve sponsorlarından biri; aşırı sağcı, neo-con. 2004 başkanlık seçiminde kendisini “Ohio eyaletinin oylarının Bush’a gitmesine adadığını” ilan eden Eyalet İçişleri Bakanı Kenneth Blackwell’in Diebold makinalarının müşterilerinden olduğu, ayrıca, kendi seçim kampanyası için şirketten 10 bin dolar aldığı ortaya çıkmış. 2006’da Ohio eyaletinin ilk karaderili valisi olmak için adaylığını koyan Blackwell’in şirkette hisse sahibi olduğu da ortaya çıkmış ama mali işlerini yöneten arkadaşının “yanlış yaptığını” beyan edip, kurtulmuş. 

ES&S’nin yine bir diğer büyük ortağı, Bush ailesinin kadim dostu, Cumhuriyetçi Senatör Chuck Hagel. Senatör Hagel’in ortaklığı hususunda yalan söylediği, ABD Senatosunun “Etik Komitesi” tarafından saptanmış durumda. Saptanmış da ne olmuş? Hiç. Zira, Chuck Hagel, aynı zamanda Başkan Bush’un “başkan yardımcısı adayları”ndan biri durumunda.  

Urosevich kardeşlerin her iki şirketi de, makinalarına kayıtdışı yazılım yüklerken yakalanıyorlar. Daha da vahimi, koskoca ABD’de, seçmeni hile yada teknik hata yüzünden yanlış sayım sonuçlarından koruyacak yazılım kayıt sistemi yok! Öyle ki, Eyalet yetkilileri isteseler de kendi programlamacılarını gönderip, Urosevich’lerin kullandıkları yazılımı denetleyemiyorlar; çünkü, adamlar oylama makinalarına henüz imalat aşamasındayken, “firmware” denilen sabit yazılımlar yerleştirmişler. “Firmware” dışardan müdahale edilemeyen yazılımlar anlamına geliyor. Bilgisayar mühendislerinin “spagetti kod”u dedikleri bu sabit yazılımlar, sayım sonuçlarını diledikleri gibi yönlendirebiliyorlar ve tesbit edilmeleri mümkün değil.  

Gerek ES&S, gerekse Diebold’da kullanılan sabit yazılımların programcısı küçük Urosevich’in bizzat kendisi. Ekranda bir şey, bellekte başka bir şey gösteren programların onun haberi olmadan yerleştirilmesi mümkün değilmiş. Rezaletin farkına varan bazı eyaletler, dokunmatik oylama makinalarını kullanmama kararı alıyorlar. Ancak, sorun çözülmüyor; çünkü oy pusulalarını okuyan elektronik tarayıcılarda da aynı durum sözkonusu. Elektronik tarayıcının gördüğü ile bilgisayarın belleğinin kaydedilen aynı değil. 
1964’den beri kullanımda olan elektronik tarayıcıların “sefil geçmişleri”(3) bilim adamları, gazeteciler, sivil toplum kuruluşları tarafından derlenen yüzlerce olumsuz rapora rağmen bir türlü gündeme getirilemiyormuş. George W. Bush’un Demokratların adayı Al Gore’la yarıştığı 2000 seçimlerinde, otomatik oylama makinalarının 185 bin oy pusulasını geçersiz saydığı Florida Eyaletinde sonuçlar skandal boyutlarındaymış. Geçersiz sayılan oyların genellikle Demokratlara oy veren karaderili seçmenlerin yaşadıkları yörelerde yoğunlaşmış olması Al Gore’a seçim kaybettirmiş. “Gözünü yum, karışma” diye ifade ettikleri yaklaşım buna rağmen sürerken, bir sonraki, 2004 başkanlık seçimlerinin sonuçları yine Uroseviç biraderlere teslim edilmiş. Hal bu olunca, Demokratların tutumuna da anlam verilemiyormuş. Meğer ki, aralarında bilinmeyen bir anlaşma olsun, bir siyasi parti hileyle seçim kaybetmeye razı olur mu?  

ABD’de usul elektronik tarayıcıdan geçen oy pusulalarının kutulara konup, mühürlenerek saklanması şeklinde; kutuların açılıp yeniden sayılabilmeleri için mahkeme kararı lâzım. Meğer ki, sonuçlar çok yakın olsun, mahkemelerden yeniden sayım kararı çıkartmak çok zor olurmuş. Bu pratiğin bir telmihi de hileli programların destekledikleri adayın oylarını rakibinden adamakıllı yüksek tutmaları gerektiği. Oy farkı büyük olduğu sürece mahkeme yeniden sayım kararı vermeye yanaşmıyor. Dolayısıyla, Uroseviç gibilerin bütün yapacakları hileli programları adaylar arasındaki farkı, mahkemeye düşmeyecek kadar büyük tutacak şekilde düzenlemek. Kaldı ki, yeniden sayım yine aynı makinalarla yapılıyor.  

California gibi bazı eyaletler, tesadüfi yöntemle belirledikleri bir takım sandıklarda yeniden saymak suretiyle sonuçları kontrol yoluna gitmişler. Ancak, başkanlık seçimi gibi milyonlarca seçmenin oy verdiği durumlarda, bir dokunmatik oylama makinasının ya da tarayıcının tek bir yanlışı bile seçim sonuçlarını değiştirmeye yeterli olduğundan, denetimler dostlar alışverişte görsünlerin ötesinde yarar sağlamıyormuş. Dokunmatik oylama makinaları “çıktı” vermediklerinden, oyların, yani seçmen tercihlerinin, izlerini sürmek, makinadan çıkan sonucun seçmenin tercihini yansıtıp yansıtmadığını bilmek mümkün olmuyormuş. California’nın bütün kazancı Diebold’dan aldığı 2,6 milyon dolarlık tazminat olmuş ki, Amerikan seçimlerinde dönen paralarla kıyaslandığında devede kulak bile değil. 
İşin içinde IBM gibi dürüst imaj veren şirketlerin de olması bir başka garip. Hileli makinaların kötü şöhretlerinin saklanamaz hale geldiği 1991’de IBM, Diebold’la ortak bir şirket bile kurmuş: InterBold. InterBold, Uroseviç kardeşlerin ATM’lerini Avrupa’ya satmak işini üstlenmiş.  

Ne diyelim, alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste. 

(1) NTV haberi, “Avrupa 22 Temmuz’a gözlemci gönderiyor” 18 Temmuz

(2) Election Systems and Software (ES&S)

(3) Accuracy, Integrity, and Security in Computerized Vote-Tallying, Roy G. Saltman,; Votescam: The Stealing of America, Jim ve Ken Collier.

(4) Black Box Voting, Lynn Landers