FİLİSTİN VE BİZ

Dünyayı Bilmeyen Dünyanın Maskarası Olur

Penceresiz odada kapana sıkıştırılmış yetmiş küsur yaşındaki parkinson hastası yiğitin zilletten son kurtuluş umudu masasının üstündeki mumun solgun ışığında parlayan tabancası. Dışarda tenasül uzuvlarını ateşli silâh bellemiş, mukaddeslere saldırmaktan özel bir haz duydukları belli Amerikan yetiştirmesi delikanlı rambolar. Benzeri sahneyi Afganistan’a atılan bombaların üzerindeki “seksi” karalamalardan da tanıyoruz, Taksim’de pantolonlarını indiren ilkel İngilizlerden de, Ramallah, televizyonunda porno filmler yayınlayan alçaklardan da. Acıya eklenen hakaret, Aaah ama, “Abartma kardeş! Şaka, şaka!” 

Temkinli entelektüeller, İsrail’in teknolojik başarılarıyla gözleri kamaşan neoliberalist gerçekçiler, hayata bir kez gelindiğinin bilincinde olan pragmatikler, “Ne yani Filistinlileri tutmak zorunda mıyız?” diyen “bağımsız” kafalar. Sonra art arda sıralanan gerekçeler: Araplar bizi zamanında sırtımızdan bıçakladılar, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanımadılar, Mossad olmasaydı Apo’yu yakalayamazdık, IMF paramızı keser, vs. vs. 

Dinliyorum, dinliyorum ama zihnimden atamadığım bir tasvir var: “fiili livata.” 

Yaser Arafat nezdinde Filistinlilere yapılanın ve herkesin gözü önünde yapılanın bende uyandırdığı etki, iğrenç bir hırtın, iğrenç bir tecavüzüne uğrayan mağduru seyrediyor olmak. Vardığım sonuç; öldürülmek hiçbir şey değil, hatta öldürmek de hiçbir şey değil ama bu tecavüz hiçbir açıklaması, hiçbir hafifletici nedeni olamayacak bir sapıklık. Erkeklik deseniz erkeklik değil, cinsellik deseniz, haşa! Bu, kadın ya da erkek, insan olanı hadım edecek türden bir aşağılık bir suiistimal. İnsanlığın iğdiş edildiğini düşünmekten kendimi alamıyorum. Adalet duygumu bu denli rencide eden başka bir savaş var mı, diye düşündüğümde, Hiroşima’ya atılan atom bombası da dahil olmak üzere, bundan iğrencini bulamıyorum, hayır. Bu saptamayı yaptıktan sonra, sıra nedenlerini irdelemeye geliyor. Bu defa da belleğimden yükselen bir dörtlü: 

“Zulümü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişse kalkıp sövemem.
Biri ecdadıma saldırdı mı, hatta boğarım!..
-Boğamazsın ki!
-Hiç olmazsa yanımdan kovarım.” 

Devamını da ben getiriyorum: “Nerden ecdadın oluyor, elin Arabı?” derler, bu defa da önce Türk, sonra Müslüman olan dostlarım. “Mazlumluktan, dilsizlikten tanışıyoruz” desem, bu defa da “Osmanlı emperyalistti, biz nereden mazlum oluyoruz. Zaten Ermenileri de kestik” diyenlerin sesleri kulağımda. Ne zaman unuttuk, bir şeye sırf “haksızlık” olduğu için karşı çıkmayı?  

Günümüz İsraillilerinin tarih sahnesine göçebe Bedeviler olarak çıktıklarını hatırlıyorum. Kayalara, sığırlara, koyunlara, mağaraların ve tepelerin ruhlarına, havanın cinlerine tapan göçebeler olduklarını. Boğa kültünü, Hazreti Musa’nın Altın Buzağı’nın önünde çırılçıplak dans eden Yahudilerden üç bin tanesini ibreti alem için katlettirdiğini(1) hatırlıyorum.  

Yahova’nın adına ilk kez Kenan’da yapılan kazılarda toprak çanaklarda rastlandığını hatırlıyorum. Bronz Çağı Kenan ilâhlarından birisinin, şimşek ve gökgürültüsü ilâhının adıydı Yahova.  

Şimşek ve gökgürültüsü ilâhının Yahudilerin “ulusal tanrı”sına evrilmesini hatırlıyorum. Ama âlîmîmutlak bir tanrı hiç olmadı. O kadar olmadı ki, Mısırlıların ilk-doğan çocuklarını öldürmeye karar verdiğinde, yanlışlıkla Yahudi çocuklarını da öldürmesin diye Yahudilerden kendi evlerini kurban kanıyla işaretlemelerini istemişti ki ayırd edebilsin.(2) Hatadan da münezzeh bir tanrı da değildi. “Adem’i yaratmış olmaktan” pişman olabildiği gibi, zaman zaman da “tamahkâr, huysuz, kaniçici, kaprisli ve asık yüzlü”(3) olabiliyordu: “Kime mültefit davranmak istersem, ona mültefit davranırım; kime acımasız olmak istersem, ona acımaz olurum.” (4) “…yayılmacı ve emperyalistik bir tanrı”ydı.(5) Yahudilerin “karşı karşıya geleceği… tüm halkları yok edeceğine” (6) söz veriyor; Kenanlıları ve Hititlileri topraklarından “yavaş yavaş” (7) atacağını, Yahudilerin fethettiği tüm toprakları sahipleneceğini söylüyordu.(8)

“Pasifist saçmalığa inanmaz; Vadedilmiş Topraklar’ın bile ancak kılıç zoruyla kazanılabileceğini ve tutulabileceğini bilirdi; kendisi bir savaş tanrısıydı, çünkü öyle olmak zorundaydı…Kibirli bir askerdi; övülmeye doymaz, gücünü Mısırlıları boğarak göstermekten hoşlanırdı…Halkını başarılı kılmak için çağının değerlerine uygun ama günümüzde tiksindirici vahşet uygular ya da vahşete azmettirir; ulusların tümünü naif bir hazla kılıçtan geçirir…”(9) 

“Kendi adıma yemin ederim ki, kutsadığım zaman seni kutsayacağım; döllendirdiğim zaman senin tohumlarını yeryüzündeki yıldızlar, kıyılardaki kum taneleri kadar çoğaltacağım ve senin tohumun tüm düşmanlarının kapısını tutacak ve dünyanın bütün ulusları senin tohumunla kutsanacak; çünkü, sen benim sesimi dinledin.”(10)

“Bu korkunç ilâha tapınma sonucu Yahudilik asırlarca bir korku dini olmuştur, sevgi değil… insanlığa teselli değil, terör getirir.”(11) Belki, daha da önemlisi “Yahudiler, mezardan sonraki hayata pek az gönderme yaparlar; imanları kişisel ölümsüzlükten hiç bahsetmez; ceza ve ödül bu dünyadadır.” 

Bizim anladığımız anlamda cehennem yoktur, “Şeol” ya da “karanlıklar toprağı” herkesi içine alan bir kuyudur. 

Şimdi, temkinli entelektüellerimiz ve hümanistlerimiz herkesin dininin kendine olduğunu haklı olarak söyleyeceklerdir. Buna katılmamam da mümkün değildir. Dikkat çekmeye çalıştığım, bir, Müslümanların neyle karşı karşıya olduklarını bilmiyor olmaları (çünkü fiili Musevilik Kur’andaki Hazreti Musa’dan ibaret değildir) iki, kul hakkı tanımayan bir fenomenin dayanılmaz başarısıdır.

Başarı, “Bizim ulusal tanrımız dört bin yıl önce bize Kenan’ı vaad etmişti, o yüzden de Kenan bizim olmalıdır” türünden, aklı başında herkesin dudaklarına tebessüm oturtacak bir iddiayı “medeni,” “bilimsel” vs. vs. olduğu söylenen dünya halklarına tezgâhlama başarısıdır. 

Kimin başarısı? Bir Avrupalı sömürgeci güç olan Siyonizmin başarısı. Avrupalı sömürgeci bir güç olarak, Siyonizm, Filistin toprağını, Filistin’in yaşayan gerçeğini tümüyle inkâr ederek, “daha çağdaş, daha zengin, daha akıllı” diyerek alaladığı bir amaç (PETROL!) uğruna, “istediği gibi tasarruf etme” hakkının orada yaşayanların haklarından “daha üstün bir hak” olduğunu tartışmasız kabul ettirmiştir. Yani, Filistin, (a) bir Avrupalı güç tarafından, (b) Avrupa’da olmayan bir toprak parçası hakkında, (c) o toprak parçasında yaşayan yerli çoğunluğun varlığı ve istekleri tamamen kulak arkası edilerek, (d) yabancı bir grubun, bu toprak parçasını Yahudiler için ulusal bir vatan yapmasını mümkün kılacak bir “vaad”idir. Hoş geldin, Yahova!..

İlk siyonist dalgaların Filistin kıyılarına çarptıkları yıllar, 1880’ler. “Dünya Devleti”nin temellerinin atıldığı tarih 1877, “Yuvarlak Masa” gizli cemiyeti. John D. Rockefeller, John P. Morgan, Andrew Carnegie, Mayer A. Rothschild, Cecil Rhodes beşlisi. John D. Rockefeller, petrol imparatoru, ünlü Standard Oil Tröst’ün sahibi, 1890’lı yıllarda Birleşik Devletler petrol endüstrisinin yüzde yetmiş beşi kendisine ait. Ayrıca demir madenleri, ormanları, imalat sanayinde ve ulaşım sektöründe büyük iştirakleri var. Yaklaşık 150 yıllık bir “Rockefeller Hanedanı”ndan bahsediliyor, servetlerinin 1-2 trilyon dolar olduğu hesap ediliyor. John P. Morgan, uluslararası banker ve gezegenimizin ilk milyar dolarlık (1901 yılı itibariyle) endüstrisinin, U.S. Steel’in sahibi, “Amerika’yı Amerika yapan adam” diye bilinen kişi. Andrew Carnegie, 1890’da İngiltere toplamından daha fazla çelik üreten Carnegie Çelik’in sahibi, ayrıca kömür ve demir madenleri, ticaret gemileri ve demiryolları var. Mayer Rothschild, ünlü Rothschild Hanedanı’nın kurucusu banker – Rockefeller’den daha zengin, 2000’li yılların başındaki servetlerinin 3 trilyon dolar olduğundan bahsediliyor. Ve Cecil Rhodes, ünlü Elmas İmparatoru. Güney Afrika elmas tarlalarını işleten, Güney Afrika’yı İngiltere adına fetheden adam. Rhodesia adını onun soyadından alıyor. Ayrıca apartheid/ırk ayrımının mucidi. Bu beş adamın akıl hocaları, Oxford Üniversitesi profesörlerinden John Ruskin. 1877’de “Yuvarlak Masa” adındaki gizli cemiyeti kuruyorlar. Amaçları: İngilizce konuşan dünyayı bir oligarşik federasyon halinde birleştirmek. Büyük Britanya İmparatorluğu’nu siyasi, ekonomik ve kültürel olarak yeniden yapılandırmak suretiyle, oligarşik dünya federasyonuna giden yolu açmak. 1875’de Süveyş Kanalına ortak olabilmesi için İngiliz Hükümetine birkaç saat içinde dört milyon sterlin bulanlar, böylece vazgeçilmez de oldular, lord, baron vs., asalet ünvanları alanlar Rothschildler. İngiltere’de, Avusturya’da parlamentoya giren ilk “Yahudiler” olma onurunu paylaştılar. Ama asla Yahudi halkından yana olmadılar. 

İyi tanıdığımız iki isim, Henry Kissenger ve George Soros. Kissinger, ABD Hanedanı Rockefellerler’in adamıdır. Soros, Avrupa Hanedanı Rothschildler’in. Kissenger, Almanya’dan 1938’de ayrıldı, Amerika’ya geçti. General Bolling’in yanında istihbarat subayı olarak çalıştı. Ünlü ‘Paperclip’ Projesinde görev aldı. “Paperclip,” Nazi bilim adamlarını Amerika hesabına çalışmaya ikna etme projesi. İkna ettiği adamlardan birisi, kimyasal silâhların mucidi Erik Traub. George Soros, Macar Yahudisi, Naziler hesabına çalışıyordu. İşi Macaristan’daki zengin Yahudileri saptamak, mallarına el koyulmasını sağlamaktı.  

İnsaf nedir hiç bilmediler. Kendi ırklarını bile kayırmadılar. Rothschild’lerin kontrol ettiği IGF Grubu, Hoechst, Bayer, Agfa, Casella, Kalle ilaç şirketlerini ihtiva ediyordu. Gestapo, IGF’nin özel korumalarından oluşturuldu; IGF, gaz odalarında kullanılan Zyklon B gazının imalatçısı. Rockefeller’in Standard Oil şirketi, IGF’nin ortağı. Auschwitz yakınlarında kurdukları fabrikalarında toplama kampındaki esirleri çalıştırıyorlardı. Finansman, J.P.Morgan ve Paul Warburg’dan geldi. Warburg, Rothschildler’in uzantısı. Kardeşi Max Warburg, Alman Merkez Bankasının, Reichsbank’ın guvernörü. Büyük Britanya Lordlar Kamarası’nın saygıdeğer üyesi Baron Rothschild’in kadim dostu. Daha 1917’de Filistin’e İngiliz çıkarlarını koruyacak bir halk yerleştirmek hususunda İngiliz hükümeti ile anlaşmışlardı. Siyonistleri desteklemiş olmalarının nedeni budur. Bir yandan Siyonistleri, öte yandan da anti-semitist grupları. Yahudi soykırımının İsrail’e yerleşimi hızlandıracağını hesap etmişlerdi. Halklarını bitmez, bir savaşa mahkûm ettiler. Kurtarılmış bölgesi olmayan ve asla olmayacak olan bir yaşam. O gün, bugün Filistinli kadınlar altı oğlan doğururlar, ikisi ırgatlık için, ikisi İsrail’e karşı savaşta ölmek için, iki de yedek.  

Ve nihayet, geçen akşam Kanal 7’de, İsrail Büyük Elçiliği Müsteşarı, İstanbul doğumlu Moshe Kamhi’yi seyrettim. “Filistinli kardeşleri”nden, “kendilerine güvenmelerini, aşağılık duygusuna kapılmamalarını” istiyordu. Moshe Kamhi’nin Kasap Şaron savunması, Türk Yahudilerini “dinleri farklı Türkler” olarak görmeye şartlanmış birisi için nasıl bir şaşkınlıktır, bu bir yana; acıya eklenen hakaret, sapık morg bekçilerini hatırlatacak kadar korkunçtu. 


1) Çıkış, 32:25-28

2) Çıkış, 12:7,13

3) History of Civilisation, Cilt 1, Will Durant, 310

4) Çıkış, 33:19

5) History of Civilisation, Cilt 1,“, Will Durant, 310

6) Çıkış, 23:27-30

7) (aynı)

8) Levililer, 25:23

9) History of Civilisation, Cilt 1“, Will Durant, 311

10) Tekvin, 22:16-18

11) History of Civilisation, Cilt 1“, Will Durant, 313