GÂVUR

Sert bir kelime değil mi?! Deistler(*) şöyle dursun, ihtiyatlı Müslümanları bile irkilten, köşeli, hoşgörüsüz, siyah-beyaz, “öteki”ni kesinlikle dışlayan… Ve mükemmelen ifade eden ne hissettiğimi, gördüğümde güleç yüzünü Amerikalı genç güzel kadının fiili livata kurbanı kavruk erkek bedenlerinden oluşan Iraklı esir yığınağının başında. Gâvur. Kelimenin tüm telmihi ile, gâvur.

Evet, hakkı görmeyen; evet, hakkı örten; evet, iyilik bilmeyen; evet, Allah’ı inkâr eden; evet, imanın esaslarına inanmayan; evet, mülhid. 

Dünya görüşü ve işkence ilişkisi 

“Arkadaş! İmân, bütün varlıklar arasında hakiki bir kardeşliği, iletişimi, bağlantıyı ve birlik ilişkilerini oluşturur. Küfür ise, yabancılaşma gibi bütün varlıkları birbirinden ayrı gösterir ve birbirlerine ecnebi nazarıyla baktırır. Bunun içindir ki, inananın ruhunda garaz, kin, vahşet yoktur. En büyük bir düşmanıyla bir tür kardeş bağı vardır. Gâvurun ruhunda hırs, yabancılaşma olduğu gibi, egosunu yüceltme ve özgüven vardır. Bu sırra binaendir ki, dünya hayatında bazen üstünlük gâvurlarda olur…”(**) 

Hiç kimse kendisini kandırmasın, bu resimler, şanlı BBC1 sunucusunun geçiştirmeye çalıştığı gibi, aile albümünde saklanacak “hatıra fotoğrafları”ndan ibaret değildir. Bu fotoğraflar insanı istimalinde hiçbir sakınca olmayan bir eşyaya indirgeyen dünya görüşünün yansımalarıdır. 

“Geçen yüzyılın ilk yarısında Fas ve Cezayir’de mukim Fransızlar, ülkelerine göğüsleri meydanda, etekleri çıplak baldırlarını ortada bırakacak şekilde toplanmış, asık yüzleriyle poz veren fahişelerin fotoğraflarını gönderirlerdi. Fotoğrafların üzerinde, ‘La harem Arabe,’ yazardı veya ‘Fille Mauresque’. Amerikalılar, biraz daha ileri gittiler: Amerikan pornosu ‘Eski Avrupa’nınkinden daha çocuksu, daha oyuncaklı, kaba ve meş’umdu. Ve, fahişelere para ödeniyordu.” (***) 

Hadi, bir adım daha… kim bilir belki de Iraklı esirler belki de seksin keyfini çıkarıyorlardı. Kaldı ki, hokka burunlu eratın faaliyeti, “Saddam Hüseyin’in sistematik işkence ve idamlarıyla kıyaslandığında devede kulak kaldığını” hatırlatıp duruyorlar, İngiliz-Amerikan televizyonları, Bush ve avanesi. Çünkü, artık Saddam’dır, Batı’nın ahlâk ölçüsü! 

Ah, ama kötü-örnek, örnek olmazmış! Olur. Küfrün ayırdında değilseniz, olur. Nitekim, şimdi medya bu resimlerin “Arap dünyası”nda hoş karşılanmayacağından korkulduğundan dem vuruyor, ve neden biliyor musunuz? “Müslüman erkeklerin Amerikalı kadınlar tarafından aşağılandığını gösterdiği için.” Cümle, “aşağılanmakta” değil, “kadınlar tarafından aşağılanmak”ta kilitleniyor. Arap dünyasının bir kez daha ve en kaba bir biçimde aşağılanması, ırkçılığın en galiz biçimde hortlaması. 

Amerika ve İngiltere’nin Irak’a babalarının hayrına girmediklerini artık en iyi niyetli ve/veya oportünist kalemler bile teslim ediyorlar. Bu fotoğraflar daha çok işgalcilerin Araplara, Müslümanlara ve genel olarak üçüncü dünya ülkelerine besledikleri derin ırkçı duyguları sergiliyor. 

Duyarlılığımızı kaybetmemeliyiz 

Bize gelince… Perşembenin gelişi, çarşambadan belliydi aslında. Bellerine kadar soyundurulmuş, elleri arkalarından plastik iplerle bağlı Irak erkeklerini gördüğümüzde belliydi. Önceleri, gözlerinin içine bakıp, başlarına gelenleri onlar konuşamazsalar da anlayabiliyorduk. Sonra başlarına külâh geçirdiler, gözlerini göremez olduk. Evet, külâhlar biz onların yüzlerini görmeyelim diyeydi, onlar etrafı göremesinler diye değildi. Başta külâh, elde ayakta pranga, çırılçıplak “esir”ler – ne yapmış olabilirlerdi ki?! 

Boşuna konuşuyor Amerikan hükümetinin sözcüsü. Askeriyedeki “istenmeyen unsurlar”dan boşuna bahsediyor. Boşuna bahsediyor, “sorgulamaların özelleştirilmiş” olduğundan ve “sivil sorgucuların faaliyetlerinin Amerikan ordusunu” ilzam etmeyeceğinden. Boşuna konuşuyor, Cenevre Antlaşması’ndan. Amerikan ve İngiliz yönetimlerine hakim olan ırkçılıktan olmasaydı, ne böyle olaylar olur, ne de bu “anı” fotoğrafları çekilirdi. “İngiliz askerleri Irak’ın pisliğinden, yerli halkın miskinliğinden, hırsızlığından, tembelliğinden nefret ediyorlar,” diye yazmış, Sarah Oliver Hanım, pazar günkü, “Daily Mail” gazetesinde. Bakar mısınız, sanki altın yaldızlı davetiye ile davet edildiler! 

Bize gelince… önlerinden Reuters akar, CNN, BBC, AP, IP, yüzlercesi akar basınımızın, hiç mi kimse görmez ABD’nin Arap sivillerini nasıl kontrol edeceğini, nasıl sorgulayacağını İsrail’den öğrendiğini? Hiç görmezler, İsrail Ordusu’nun “muharebe kuralları”nı Amerikan askeriyesinin emrine verenin Ariel Sharon olduğunu? Kimler oturur haber merkezlerindeki o ekranların önlerinde? Dil mi bilmezler? Gördüklerini idrak edemeyecek kadar mı cahildirler? “Facility 1391” denilen gizli hapishanede bu resimlerin vakayı adiyeden olduğunu, bir bilmeyen bizler mi kaldık? 

TÜSİAD nerede? İTO, İSO, ATO, TESEV, İHD, muhtelif Çağdaş Yaşamcılar, Helsinkiciler, Eğitimciler vb. vb. nerede? TBMM, onun muhtelif komisyonları nerede? Yoksa, biz de er Mary gibi, gördüklerimizin eğlenceli bir dalaştan ibaret olduğunu mu düşünüyoruz? Eğer, öyleyse, gözümüz aydın, asr-ı medeniyet seviyesine ulaştık demektir. AB’nin bizi içine almaması için hiçbir neden yoktur! 

(*) Deist, “Tanrı’nın varlığına inanan; ancak inancını akıl ve tabiata bina eden, örgütlü dinlerin öğretilerinden uzak duran. 

(**) Mesnevi-i Nûriye 

(***) Ahdaf Soueif, Guardian, 5 Mayıs Çarşamba.