KAOS ÇAĞININ CEPHANELİĞİ: “ÖLDÜRÜCÜ OLMAYAN SİLAHLAR” VEYA “BİLGİ SİLAHLARI”

İlk örneğini 1991 Körfez Savaşı’nın teşkil ettiği “Tecrit Savaşları Dönemi”nde hedef, bir ideolojiyi ya da devleti yeryüzünden silmek değil, Yeni Dünya Düzenini “fetih amaçlı savaşlar çıkarmak” suretiyle tehdit eden “haydut” ya da “bozguncu” devletleri durdurmak, küreselleşen dünyadan tecrit etmek suretiyle savaşma kapasitesinden mahrum bırakmak ve bunu en hızlı, en ucuz, en az zayiatla ve en az hasarla gerçekleştirmek olarak açıklanıyor.

Öldürücü Olmayan Silâhlar,”(1) ya da “Bilgi Silâhları”(2) ve “bunları defediciler” diye bilinen teknoloji harikaları, bu amaca hizmet etmek üzere tasarlanıyor ve Kaos Çağı’nın cephaneliği oluşturuyorlar.

Kitle Koruma Silâhları” olarak da bilinen “Öldürücü Olmayan Silâhlar,” bozguncu ülkenin emir komuta zincirini, iletişim hatlarını ve istihbarat ağını kullanmasına engel olan elektronik savaş teknolojileri; akustik, lazer, yüksek frekanslı mikrodalga, elektrik santrallarının üzerine üretimi durdurmak üzere atılan karbon halkacıkları, kıtalarının yerlerinin tesbit edilmesini önleyen engelleyiciler, ve diğerleri oluyor. Bilgi Silâhları, kitleleri öldürmeyecek ancak liderlik unsurlarından mahrum bırakarak yönünü şaşırtacak şekilde tasarlanıyor.

ABD’nin ünlü savaş stratejistlerinden Prof. John Arquilla, “net savaşı” kavramını ortaya atan adam. Monterey, Kaliforniya’daki Deniz Kuvvetleri Yükseklisans Okulunda öğretim üyesi, Rand Corporation’da kıdemli danışman. “Net savaşı”nı taraflar arasında “düşünce ve epistemoloji düzlemindeki savaş” olarak tanımlıyor. Amiyane anlatımla, “Ne biliyorsun, o bildiğinin doğru olduğunu nereden biliyorsun savaşı.” Bilgi Savaşı’nın bir yönü “hasmın murakabe melekesini, nesnel akıl yürütme yetisini hedef almak”tan geçiyor. Amaç, “haydut” ülkenin gözlemleme imkânlarının halkını çelişkili haber ve verilere boğarak yok edilmesi. “Düşmanın gözlem imkânları zayıfladığında istikamet tayininde zorlanacağını hesaplıyoruz” diyorlar. Böylece, “haydut” ülkelerin tepkilerinin önceden kurgulanan sanal dünyalara yönelmesi bekleniyor.

Sanal dünyalardan kasıt, çeşitli medya ve iletişim imkânlarını kullanarak, sahte sorunlar ya da esenlikler içeren sözde gerçeklikler yaratmak; şehir mitleri, dini ya da etnik düşmanlıklar uydurmak ve inandırmak. Böylece, “hasmın sahici ya da yaşamsal olaylar karşısında tavır almaları mümkün olmayacak, önlerine gelene şuursuzca saldıracak hale geleceklerdir.

Askeri tarihi, “Fetih Savaşları Çağı,” “Caydırıcı Savaşlar Çağı” ve “Tecrit Savaşları Çağı” olmak üzere üç evrede değerlendiren ARDEC başkan yardımcısı Renatta Price’la (4) aynı doğrultuda düşünen ünlü füturistler Alvin ve Heidi Toffler (5) geleneksel savaşın “Bilgi Savaşı”na evrildiğine işaret ediyorlar: “Birinci dalga savaşlarında toprağa, ikinci dalga savaşlarında üretim kapasitelerine hakim olmak için çarpışıldı, üçüncü dalga savaşlarında da ‘bilgi’ye hakim olmak için çarpışılacak. Bir toplumun ‘savaşma biçiminin,’ o toplumun ‘zenginlik yaratma’ biçimini yansıttığını düşünürseniz, bilgiye hakim olmanın ‘bilgi yaratmak’tan geçeceği açıktır. Bilgi yaratan silâhlı kuvvetler, üreticiler safhında düşünüleceklerdir.”

19. ve 20. yüzyıllarda endüstrinin tarım ve madenlerin yerini alarak zenginliğin kaynağını oluşturmuş olmasından yola çıkarak, 21. yüzyıldan itibaren servetin kaynağının “bilgi üretimi endüstrisi” olacağını, geleneksel endüstrinin yerini “bilgi üretimi endüstrisi”nin alacağını söylüyorlar. Söylemleri buraya kadar özgün değil, ancak söz konusu gelişmenin dünya tarihinde ilk kez silâhlı kuvvetleri “tüketici” sınıfından çıkartıp, “üreticiler”in saflarına soktuğuna dair gözlemleri şayanı dikkat!

ABD ve SSCB’nin yüksek-teknoloji gerektiren silâhlanmaya büyük yatırımlar yaptıkları Soğuk Savaş yıllarından itibaren özel sektör şirketlerinin savaş endüstrilerinden ayrı düşünülemez oldukları, ulusal ekonomilerin bel kemiğini teşkil eden ekonomik faaliyetin askeri alanla iç içe geçmiş olduğu düşünüldüğünde, bundan böyle savaşa ve barışa bambaşka gözle bakmak gereği ortaya çıkıyor. Nitekim, 1993 yılında Amerikan silâhlı kuvvetlerine verdikleri 30 Numaralı Memorandum”da, Amerikan Silâhlı Kuvvetlerinin ‘Bilgi Savaşı’ kavramını “insanların duygularını, amaçlarını, muhakeme biçimlerini ve davranışlarını etkilemeyi hedefleyen psikolojik harekâtı” da kapsayacak şekilde genişlettikleri yazıyorlar ki, bu, silâhlı kuvvetlere ölmek/öldürmekten öte bir görev tanımı getiriyor: insan beyninin manipulasyonu.

Bu defa ortaya başka bir sorun çıkıyor, yüksek teknolojiye hakim “üretici” silâhlı kuvvetlerin bu yetkiyle donatılması durumunda, silâhlarını sadece “haydut” ülkelere değil, kendi politikacılarına ve halklarına yöneltmekten alakoyabilir miyiz? Muhaliflerine göre “Bilgi Silâhları” bu bakımdan dünyanın hızla militerleşmesi gibi bir tehlike yaratıyor. Asker-sivil ayrımının hızla ortadan kalkacağından, örneğin IBM ya da MICROSOFT’un herhangi bir murahas azasının en şahin bir generalden daha kıyıcı olabileceğinden bahsediliyor.

1) “Non-Lethal Weapons” 
2) “Information weapons” 
3) John Arquilla, “Lessons from the War with Saddam Hussein (RAND, 1991)” isimli kitabın yazarı 
4) Renatta Price, “Systems Concepts and Technology, ARDEC, başkan yardımcısı
5) “Future Shock” ve “The Third Wave.”