Her geçen gün kötüye giden dünyada filizlenecek iyiliklerin peşini hiç bırakmayan bir aydın Alev Alatlı. Bunu yaparken, yeni yolları bulmak için dünyanın geçmişinden gelen yolları bilmenin önemine inanır. Bunu hiç bıkmadan tekrar eder, eder… Karanlığın gözününü içine bakmayı tavsiye ederken “Karanlığın kısır amellerine iştirak etme, tersine onlar teşhir et’ sözünü prensip edinin” der.
Kelebek Etkisi ismiyle bir program fikri onunla yaptığımız sohbetlerde ortaya çıktı. Bu sohbetlerde öylesine bilgiler veriyordu ki, bazen bir kelime, bazen bir olay, bazen bir yorum, bazen bir isim “anlamları” değiştiriveriyordu. Bunları karamsarlığa kapılmadan ve hep yeni başlangıçları teşvik ederek yapardı. Kelebek Etkisi tam da buydu.
Fizik ve sosyal bilimler ilişkisini hep paralel değerlendiren Alatlı, bu sefer de Lorenz’den ilham alarak dünyaya başka bir pencere açıyordu. Bir kelebeğin kanatlarını çırpması Amazonları etkiliyorsa ortaya çıkan her olayı arkalayan oluşumları, fikirleri anlamak için belki de çok başka yerlere bakmak gerekiyordu. Alev Alatlı gibi bir aydının dostluk halkasından olan herkese aşina olan bu sohbetleri ekran karşısında yapmaya böyle bir süreçte karar verdik…
Ciner Holding Yönetim Kururu Başkanı Kenan Tekdağ’ın bu fikre sahip çıkmasıyla Kelebek Etkisi bir televizyon programına dönüştü. (Burada onun şahsında tüm Habertürk yayın ekibine de teşekkür etmek isterim.)
Canlı olarak yayınlanan program esnasında uzaklardan yakınlardan, farklı kesimlerden pek çok kişi yorumlarıyla bize katıldı. Konular biraz da izleyicilerle kıvam buldu, buradan onlara da çok teşekkür etmek isterim. Bu kitapta göreceğiniz içerikte onların da katkısı büyüktür. Program izleyicilerimizden olan Pınar Yayınları sahibi Cevat Özkaya ise daha program yayınlanırken bunu kitap yapma teklifinde bulundu. Bu kitap o teklifle hayat buldu.
Deşifreler, editasyon sürecinde ise Kübra Kuruali Yaşar, Semiha Sümeyye Aksu başta olmak üzere çok kişinin emeği var. Metinlerin yayınevine teslim aşamasına gelmesini sağlayanlar ise editörümüz Deniz Şahin ve ekibe Almanya’dan dahil olan Elif Zehra Kandemir oldu. Hem konuşmaların organik hâlini bozmadılar hem de televizyon programlarını metin formatına dönüştürürken her şeyi doğru anlayıp, doğru aktarmak için titizlik gösterdiler. Gayretlerine, titizliklerine minnettar olduğumu söylemek isterim.
…
Alev Alatlı ile dostluğumuz çok eskiye dayanır, 1990’lı yıllar. İlerleyen yılların perçinlediği samimiyetin etkisiyle belki de sohbetlerimizin çoğunu O’nun mutfağında yaparız. Bu arada Alev Hanım bir yazı ustası olduğu kadar dünya mutfağını iyi bilen bir yemek ustasıdır. Mutfağın doğal hâli içinde yemekler hazırlanırken, sohbetler de son derece ciddi ve önemli konularla sürer gider. Hayatın olağan akışının içinde, “Tuz ver evladım, maydanoz ayıkla, düzgün kes!” aralarıyla gerçekleşen bu sohbetlere tanık olanlar ise bu durumdan çok eğlenir. Hiçbir ara, ana konuyu etkilemez, o ana hat olarak akıp gider. Çorba karıştırırken memleket kurtarır, bazen de batırırız. Zannetmeyin ki bu mutfakta pişen yemekler öyle sıradan yemekler olur. Dünya mutfağından pek çok tarif Alev Alatlı mutfağında özgün lezzetleriyle pişer. Gastronomi de sohbetlerin bir parçası olur. Böyle durumlarda gelip gidenlerin hissesine bilgi yüklü mülahazaların dışında lezzetli bir tabak yemek de düşer. Beni Alev Alatlı ile böyle bir program yapmaya iten sebeplerden birisi de bu mutfak hâlleri, çok parçalı, çok merkezli sohbetler oldu. Bu mülahazaları televizyona taşırken,ortamımız stüdyo olsa da aynı ruhu muhafaza etmeye çalıştım. Her şey yaşadığımız dünyayı görmenin, gördüğümüzü anlamanın yöntemini öğrenmek ve öğretmek içindi…
Programa başladığımız zaman uçak kriziyle birlikte Rusya gündemdeydi. Medya günlük gelişmeleri izlerken Alev Alatlı bize Kamçatka ormanlarından Kutuplara dev coğrafyayı anlamaya, algılatmaya çalışıyordu… Dev bir ordunun yenilince düştüğü durumu, Kızıl Ordu Korosu’nun Tarkan ile sahneye çıkışından başlatarak anlatmaya çalışmıştı. Şarkıyı dinledik, dedovshchina geleneğini içimiz sızlayarak anlamaya çalıştık. Alatlı Blatnoy Mir yeraltı örgütünden, uzay bilimcilerine bize Rusya’yı anlatırken kronolojik bilgilere boğmuyor, bir ülkenin insanlarının hâlini hissettirmeye çalışıyordu. “Hâlden anlamak” deyimine çok aşina olan biz Türkler için bir aydının dünya aydınlarına ilişkin bu çabası muhteşemdi. Rus aydınlarını anlamaya çalışırken Putin’e, ona buna kızmak yerine hüzünlendik.
Belliydi ki dünyayı anlamak için öyle büyük büyük olaylara değil başka yerlere bakmalıydık. Ardından Rusya’yı dünya finans sistemine köle eden, pardon entegre eden Amerika’ya döndük. Önce Amerikan Komünist Partisi’nden ve komünistlerinden başladık konuya. Pete Seeger, Joan Baez, Bob Dylan’dan, Pink Floyd’dan turbo kapitalizme geldik. Öyle ki izleyicilerimizden şarkı listesi dahi almaya başladık. Önce o insancıl bir dünya isteyenlerin seslerine kulak verdik. Pink Floyd’un “Hey you” şarkısında olduğu gibi…
Hey sen, dışarıda soğukta duran
Yalnızlaşıyorsun, yaşlanıyorsun
Beni anlıyor musun?
Hey sen, koridorda ayakta duran
Kaşınan ayaklar ve kaybolan gülüşlerle
Beni anlıyor musun?
Hey sen, ışığı gizlemelerine izin verme
Savaşmadan pes etme
Hey sen, orada yalnız duran
Telefonun yanında çaresizce oturan
Bana dokunur muydun?
Hey sen, kulağı duvarda olan
Birinin seslenmesini bekleyen
Bana dokunur muydun?
Hey sen, bana taşı taşımamda yardım eder miydin?
Nereye gitmişti bu adamlar? Neoconlar nasıl ortaya çıkmıştı, paleoconlar kimlerdi? Amerika’nın sol ve sağ damarlarında bugün hangi kan dolaşıyordu? Milenyum dinleri, paganizm ve panteizmin günümüzdeki yansımaları, küreselleşmeciler, çevreciler , ekolojik hareketler ,Yehova Şahitleri, intihar kültleri, zihin kontrol sistemleri, insanların geçmişlerinden koparılıp robot müridler hâline getirilmesi, paralı askerlerden paralı hapishanelere dünya sistemi gibi bir çok başlık masamızda oldu. Elbette dünya, Türkiye, geçmiş ve gelecek arasında zigzag yaparak ilerledik. Safasata kılavuzunu önümüze açtık, dil ve mantık oyunlarına dikkat çektik. Bazı bölümlerde konuklarımız da bizimle birlikte oldu. Prof. Dr. İlber Ortaylı, Prof. Dr. Mehmet Saim Karacan, Psikiyatrist Muzaffer Uyar, Prof. Dr. Ali Köse, Ali Saydam ve Prof. Dr. Ayşen Gürcan meselelerin arka planına bakma niyetiyle yaptığımız sohbetlerde uzmanlıklarıyla yolumuzu aydınlattı.
—
Hollywood’un formatladığı Amerika’yı konuşurken ikna metotları, senaryo kalıpları, millet, vatan ve ulus kavramları, Amerika için savaşanlar ve savaşamayanlar, kültür endüstrisiyle pazar ekonomisi arasında ‘özgürlük’ meselesi bir arada bir bütünün parçaları olarak konuştuğumuz konular arasındaydı. “Bütüncül bakmak” anahtar kelimemiz oldu.
‘Akıl kurma süreçlerini’ konuşurken sinemadan endüstriye fikirlerin izini sürdük. Türkiye üzerine kurulan akılları okurken de, biz kendimiz akıl kurmaya çalışırken de yaşadığımız sorunların, tek tek üstünden geçtik.
Alev Alatlı, “ütopyamız olmalı” derken gerçekleri konuşmaya dikkat çekiyor ‘gerçek üzerine kurulmayan hayallerin hiç bir işe yaramayacağını’ söylüyordu. İslamcısından Cumhuriyetçisine birbirimizi anlayamama sebeplerimizn başında kelimeleri düzgün kullanamayışımızın geldiğini ısrarla söylüyordu.Siyak – sibak bilgisinin eksikliği, çocuklarımıza tecrübe aktaramayışımız, çocuksu bir toplum oluşumuz, ergen tepkiler verişimizin sebepleri arasındaydı. “Muhafazakârlık” bahsine de hep bir mim koyar “Neyi muhafaza ettiklerine bakın Ayşe Hanım. Neyin muhafazası? Yani çok deli dingil bir şeyi de muhafaza etmeye kalkıyor olabilirsiniz” itirazını hep yapardı.
“Cesaret” konuşmalarımızda sıkca geçen bir kavram oldu. Hele de Türkiye’yi konuşmak daha da cesaret istiyordu. Peşrevden, hamasetten ibaret her analizi korkaklıkla bağdaştırır. “Çünkü peşrev korkaklık işidir. Hamaset yaparak kendinizi korursunuz.”
Bu nedenle programa yaparken peşrev, hamaset,palavra kırmız çizgimiz oldu. “Türkiye hakkındaki en büyük düş kırıklığım ve üzüntüm; bilmeden konuşuyor, olayların arkasındaki psikolojiyi de hep ihmal ediyor oluşumuzdur…” diyen Alatlı ile her programda dönüp dolaşıp geldiğimiz yer yine kendimiz oldu. Ama “benden olsun çamurdan olsun” demenin sonuçlarını, liyakat kaybını, Peter Prensibi üzerinden bilimsel verilerle konuştuk. Accountability ve Peter Prensibi’ni konuştuğumuz bölümler umarım ki siyasete ilgi duyan herkesin kulağına küpe olur.
Sosyal kanunları, “Bir çatlak varsa mutlaka büyür.” diyen Murphy Kanunları’nı hatırladık. İster Atatürkçü, ister Marksist, ister liberal olsun Türkiye’nin sorunlarının temelinde yatan çatlakları bilmek zorundaydık ki; çözümleri ortaya konabilsin. “Hesap verebilirlik nedir? Karar alma süreçleri nasıl belirlenir? Ordu’dan sivil örgütlere ihmal edilenler, hiyerarşik yapılanmaların sorunları nelerdir” sorularıyla birlikte toplumların kaderini belirleyen fizik kurallarını, sistemleri çalıştıran veya durduran sebepleri konuşup durduk.
“Amerika’yla İsrail’in niye iç içe olduğunu biz hâlâ anlamadık” derken, Yahudilik, Sabetay Sevi, kıyameti çağıranlar, Frankistler bitiremediğimiz başlıklarımız arasında yer aldı. Amerika’yı aç bebeklerin penceresinden değerlendirirken, Kürt meselesindeki feodalizm çıkmazını konuşurken izleyiciden de pozitif, negatif pek çok yorumlar aldık. Programın akışında onların da payı büyüktür.
Elbette söz bunlar! Kelimeler! Bizim onlara yüklediğimiz anlamlarla hayat bulacak, bazen yol gösterecek bazen de sarsacak, bizi kendimize getirecek. Ama unutmayın bu kitaptaki her kelime veriye, bilgiye dayalıdır. İddiamız odur ki hamasetten uzaktır, peşrevsizdir. Umarım faydalanırsınız. Umarım sözler yazıya dönüşünce daha da kalıcı olur. Yol gösterici olur, hatırlatıcı olur. Umarım bu kitap vasıtasıyla okuyucu da Alev Alatlı’nın birikiminden faydalanır ve yeni başlangıçlar, güzel sonuçlara vesile olur.
Benim için bu programlar bir televizyon programı olmanın çok ötesindeydi. Çok şey öğrendim ve hâlâ da öğrenmeye devam ediyorum. Umarım bu söyleşiler bütüncül bakabilmeyi başarmamıza katkı sağlar. Bu düşünme biçimini sonraki nesillere de geçirir. Alev Alatlı’nın hayali gerçek olur, mülahazat hanesini hep açık tutmaya vesile olur.
Ayşe BöhürlerEmirgan 7 Eylül 2020