MAHALLE BASKISI DEVEYSE

Evet, birzamanlar, yarım asır kadar önce birzamanlar, eteği açılan yeni yetme kızları “adam gibi otur, başımızı derde sokma!” diye uyaran abiler vardı. Yaşlı teyzelerin, “oğlım, bana bir ekmek alıver” diyerekten bakkala gönderiverdikleri, yaşlı amcalar yanlarından geçip giderken sigaralarını saklayan, yabancı konuklara gidecekleri adrese kadar refakat etmeyi görev sayan abiler. Hırsızların peşinden seyirten, komşularına sahip çıkan abiler. Kolluk kuvvetlerinin “polis amca,” izne çıkan erlerin “asker abi” oldukları zamanlar.  

Okula yayan yürünen zamanlar. Hocaların vurdukları yerde güllerin bittikleri zamanlar. Bayram hediyesinin mendil olduğu, oyuncaksız zamanlar. “Deli saraylı” Fitnat hanımın son deliliğinin, imamın oğlunun haylazlığının dile düştüğü zamanlar. Kapı komşu Rum, Yahudi ya da Ermeni ailesiyle keyifsiz olmayan bir tecessüsle ilişki kurulduğu zamanlar. Kapı komşu subay ailesinin tayininin çıkmasının sohbet malzemesi olduğu zamanlar.  

Hanımlardan “hanım,” beylerden “beyefendi” gibi davranmalarının istendiği zamanlar. “Hanım”sız, “bey”siz, “hanımefendi”siz, “abi”siz, “amca”sız, “yenge”siz, “efendim”siz konuşulmadığı zamanlar. “Arz ederim”in, “estağfurullah”sız bırakılmadığı zamanlar. Büyükler konuşurlarken çocukların susmaları beklenen zamanlar. “Arsız” çocukların kulaklarının çekilmesinde sakınca görülmeyen zamanlar. Tek çocukta kalmanın yanlış olduğuna inanılan zamanlar. Çocuksuzluğun acıma uyandırdığı zamanlar. Büyüklerin çocuklarınkinden ayrı bir yaşamları olduğunun kabul edildiği zamanlar. Çocukların her yerde görülmedikleri zamanlar. 

Küfrün yüz kızarttığı zamanlar. Latifeye latif gerektiğinin düşünüldüğü, küfrün mizahtan sayılmadığı zamanlar. El yazısının inciliğinin, doğru noktalamanın prim yaptığı zamanlar. Öğretmenlerin ellerinin öpüldüğü zamanlar. Her onbeşikten üçünün “şiir” yazdığı; Yahya Kemal’in, Nazım Hikmet’in dizelerinin ezbere bilindiği zamanlar. 

Tek radyonun uzun dalga “Ankara” radyosu, “tek” gazetenin “Cumhuriyet” olduğu zamanlar. Yurtdışını hariciyecilerden başka kimsenin görmediği zamanlar. Yabancı dil bilenin parmakla gösterildiği zamanlar. Kambiyo, kur, enflasyon gibi kelimelerinin evlerden uzak durdukları zamanlar.

Erkeğin evin mutlak reisi olduğu zamanlar. Aile içi kavgaların, karakola taşınmadığı zamanlar. Babanın ailesini tek başına geçindirmesinin beklendiği zamanlar. Askerlik, şöförlük, polislik, profesyonel sporculuk gibi mesleklerin erkeklere özgü oldukları zamanlar. Annenin tüm mesaisini ailesine adamasının beklendiği zamanlar. Ev işlerinin sadece kadınların sorumluluğunda olduğu zamanlar. Kadınların kocalarından “beyim” diye bahsettikleri zamanlar. Sokak giysilerinin evde, ev giysilerinin sokakta giyilmediği zamanlar. Erkeklerde uzun saçın kuşku uyandırdığı, eşcinsellerden hazedilmediği zamanlar.  

Erkeklerin öğle yemeklerini evlerinde yedikleri zamanlar. Yemeklerin ailecek yendiği zamanlar. Çayın yanında ev kurabiyesi değilse, kenarları tırıklı pötibör bisküvisinin çıkarıldığı zamanlar. Şarap ve rakı şişelerinin mahalle bakkalının raflarında toz bağladığı, evde bulunması muhtemel tek alkollü içkinin “bayram likörü” olduğu zamanlar. 

Bir yastıkta kocamanın kural olduğu, boşanmanın kuşku uyandırdığı zamanlar. Nikâh memurlarının “..hastalıkta, sağlıkta…” şeklindeki kilise nikâhı formülüne öykünmedikleri zamanlar. Evlilik dışı birlikteliklerin “günah” sayıldığı zamanlar. Evlilik dışı “birliktelik” yaşayanların toplumdışı edildikleri zamanlar. Evlilik dışı çocukların kabul görmedikleri zamanlar. Beyaz gelinliğin bakirelere özgü olduğu zamanlar. Evlenme cüzanı göstermeksizin otellerde aynı odanın paylaşılamadığı zamanlar. “Sevgili” kelimesinin aziz tutulduğu zamanlar. Metres hayatı yaşamanın aşağılık sayıldığı zamanlar. Anne-babaların çocuklarının “arkadaşları” değil, “ebeveynleri” oldukları zamanlar. Genç kızların geceleri sokakta bir başına gezmedikleri zamanlar. Kızların “sevgili”lerinin varlığının duyulmazdan geldiği zamanlar.

Hamileliğin mahremiyetten sayıldığı zamanlar. Herkesin önünde emzirmenin yakışıksız olduğu zamanlar. Kamuya ait alanlarda ve medyada çıplaklığın ayıp sayıldığı zamanlar. Saçların beyazları kapatmak için sadece kendi rengine boyandığı zamanlar. Giysilerin yazısız, markaların giysilerin içinde saklı olduğu zamanlar.  

İç çamaşırlarının gözlerden uzakta kurutulduğu zamanlar. Kadın pedlerinin, prezervatiflerin açıkta satılmadığı zamanlar. Kadınların ortalık yerde göbek atmadıkları zamanlar. Kadınların sevdikleri şarkıcıları oturdukları yerden dinledikleri zamanlar. Sahneye fırlamanın, şarkıcıyı öpmeye kalkışmanın düşünülemez olduğu zamanlar. “Hayat kadınları”nın saçlarının oksijen sarısından tanındığı, örtülü türlerine rastlanmadığı zamanlar. 

Büyüklere ve yabancılara “siz” diye hitap edildiği zamanlar. Sunucuların birbirlerini ilk isimleriyle çağırmadıkları, işyerlerinde “hanım, bey ya da efendim” sözcüklerinin yasaklanmadığı zamanlar. Pazarcı teyzelerin el örgüsü yeleklerinin altından üzerinde “I’m a sex machine” gibisinden bildirilerin sırıtmadığı zamanlar. Politikacıların saç ektirmedikleri, miyop gözlerini çizdirmedikleri, imaj-yapımcısı diye mesleklerin olmadıkları zamanlar. 

“Üzüm üzüme bakarak kararır,” “kızını dövmeyen dizini döver,” “işten artmaz dişten artar” türünden atasözleriyle eğitildiğimiz zamanlar. “Haram, helâl ver Allahım, çoluk çocuk yer Allahım”ın yakarışının “tövbe, estağfurullah”la püskürtüldüğü zamanlar. Sokakta yemek yemenin günah sayıldığı zamanlar. Komşulardan nezaket beklendiği, “ev alma komşu al” disturunun şiar olduğu zamanlar.  

“Ekonomik suç” kavramının bilinmediği, istifçiliğin, tefeciliğin, kazıkçılığın yüz kızarttığı zamanlar. Eve sarı zarf getiren postacıdan utanıldığı zamanlar…  

1950lerden itibaren terketmeye koyulduğumuz yaşam biçimizden şöyle bir toplarladığım enstanteneler bunlar; kentleşme hızıyla doğru orantılı olarak geride bıraktığımız yaşam biçimimizden. Aklıma düşmeyen kimbilir daha neler, neler vardır.  

Evet, doğru, toplam nüfusunun sadece %21.3’ünün kentlerde yaşadığı 1950’lerde bireyler birbirlerine göre mesafe alır, mahalle abileri-aile büyükleri-öğretmen üçgeninin sözünden çıkmak yürek isterdi. Buna, başörtülü ya da başörtüsüz, giyim şekli dahil. Etek boylarının, yaka oyuklarının, kumaşların, pantalonların, hatta renklerin kabul edilebilirliklerinin bu sacayağı tarafından “kararlaştırıldığını” biliyorum. 

Ne ki, kent nüfusunun %29,7’ye yükseldiği ‘60lara gelindiğinde, abilerin; %38.4’i bulduğu ‘70lerde öğretmenlerin; ‘80lerden itibaren de aile büyüklerinin otoriteleri, kendilerinden daha büyük bir otoritenin, “küresel yaşam biçimi”nin karşısında duraksayıp, sendelemeye durdular.  

Küresel yaşam biçimi, önce mahalleyi dağıttı. Rahmetli Menderes’le tatbikata koyulan çağdaş şehircilik anlayışı, başta Fatih ilçesinde olmak üzere İstanbul’un mahalle iklimini yoketti. Bunu diğer kentlerimizdeki istimlakler izledi. “Plaza”ların, “tower”ların, “My City”lerin, “Arkeon”ların, “Pelican Hill”lerin “mahalle” yerine geçtiği toplaşmalarda, esas olan mahalle kültürü değil, yüksek duvarlarla korunan ayrıcalıklı yaşam biçimleridir. Bu bağlamda, Fatih ilçesindeki filânca marketin içki reyonunu Ramazan günü örtü altında saklamış olması, İlçe’de mahalle baskısını etkin kılan “homojen” yapılanmanın varlığına değil, nezaketine değilse, satıcının ticari kaygılarına işaret eder. Geçen gün oruçlu Başbakandan içki ruhsatı almak için yardım isteyen dükkân sahibinin sergilediği umursamazlık, dilerseniz medeni cesaret de çoğulculuktan eksitmez.  

“Mahalle baskısı” olması için “mahalle”nin olması gerekir. 

Nitekim, şehirleşme oranın 1990’da %59.2’yi, 2000’de %64.7’yi, 2005’de %67.3’ü bulurken, küresel baskı daha da güçlendi, mahalle abilerinin yerini pop yıldızları, öğretmenlerin yerini sütun yazarları, aile büyüklerinin yerini başarılı işadamları aldı. Televizyonu, sineması, interneti, you-tube’u, i-podu, sporu, müziği, magazini, estetiği, yemeği ile takviyeli gelen küresel baskı, kentlerde, dar alanlarda, dipdibe yaşayan insanlar arasında daha hızlı ve kolay yayılırdı. Öyle, oldu.  

Neticeyi kelam, mahalle baskısı deveyse, çağdaş Batının yaşam biçiminin baskısı gerek nitelik, gerekse nicelik açısından fildir. Birleşmiş Milletler’in kentleşme tahminleri (2015’de, %71.9; 2030’da %77.7) doğru çıkarsa, “çağdaş seçkinler”miz nezdinde daha şimdiden “tek ölçü” olmak yolundaki estetik kıstaslar, beyeni ve davranış biçimlerinin, kendilerini “evlerinde” hissedecekleri düzeylere varacak şekilde yayılması beklenmelidir. Sabretme sırası, onlardadır.