MALİ KAOS VE IMF - EKONOMİ (6)

TARİH, TEKERRÜR VE EKONOMİK KRİZLER 
Temmuz, 2001
TRT 2, Belgesel Metinleri

1931-1945 yılları tarihe mali kaos yılları olarak geçti. Altın standardından çıkan ülkeler, paralarının karşılığında altın verme taahüttünden kurtulmuşlardı. Bu durumu istismar etmekten geri kalmadılar. Burada istismar etmekten kastım, paralarının değerini ekonomik değil siyasi mülahazalara göre belirlemeleridir. Örneğin, rakip ulusun mal satmasını önlemek için yapılan devaluasyon gibi.

Rakip ulus da aynı şekilde karşılık verince, para ile değerin, bir ulusun parası ile öteki ulusun parasının arasındaki ilişkinin saptanamadığı kaotik bir durum ortaya çıktı. Kimin ne yaptığı belli olmayan bu yıllarda dünya ticareti %63 azaldı. Fiyatlar yarı yarıya %48 düştü. Bu karmaşaya son verecek uluslararası bir örgüte, yani Uluslararası Para Fonu’na ihtiyaç olduğu fikri daha o yıllarda doğmuştu. Ancak sürekliliği olan bir kurum zamanla değişen ihtiyaçlara cevap verebilir, bir yandan ulusal para birimlerinin birbirlerine hiçbir kısıtlama olmaksızın tahvil edilmesini sağlarken, öte yandan da her bir para biriminin değerini açık ve tartışmaz bir şekilde belirleyebilirdi.

1944 Haziran’ında ABD’nin New Hampshire Eyaletinin Bretton Woods isimli kasabasında 44 ülkeden delegelerin katıldığı bir toplantı düzenlendi. Savaşın içindeydiler, türlü zorluklar vardı, aylarca konuşuldu ama sonunda delegeler yeni uluslararası para sistemini ve onu kollayacak uluslararası örgütü, yani IMF’yi, hepbirlikte kurmayı kabul ettiler.

IMF Kuruluş Sözleşmesinin birinci bölümü, örgütün amaçlarını altı maddede özetler: 1. Danışma ve birlikte çalışma ortamı sağlayacak devamlı bir kurum aracılığı ile parasal konularda uluslararası işbirliğini ilerletmek, 2. Uluslarası ticaretin yayılmasını ve dengeli büyümesini kolaylaştırmak ve bu amaçla tüm ortakların ekonomik politikalarının temel hedefleri olan istihdam, reel gelir ve üretim kaynaklarının yaratılmasına, geliştirilmesine ve idame ettirilmesine katkıda bulunmak. 3. Para alımsatımında istikrarı sağlamak, üyeler arasında düzenli alımsatım usulleri geliştirmek, rekabete dönük karşılıklı devaluasyonları önlemek. 4. Çok-taraflı ödemeler sisteminin kurulmasına ve dünya ticaretini engelleyen döviz kısıtlamalarının bertaraf edilmesine yardımcı olmak. 5. Fon kaynaklarını üyelere geçici süreyle ve yeterli garantiler altında tahsis etmek suretiyle üyelerin güvenlerini arttırmak ve dış ödemeler dengelerindeki aksaklıklarını ulusal ya da uluslararası refaha zarar vermeden düzeltmelerine fırsat tanımak. 6. Bu suretle üyelerin uluslararası dış ödemeler dengesizliklerinin süresini ve etkisini azaltmak. IMF’nin yeni sistemi esas itibariyle Altın Alımsatım Standardıydı, şu farkla ki sterlinin yerini bu defa IMF’nin mimarı Amerika Birleşik Devletlerinin para birimi, dolar, almıştı. Dolar bundan böyle dünyanın temel para birimi olacaktı. Ancak, devalue edilmişti dolar. Eskisi gibi, bir dolar eşittir bir ons altının yirmide biri değil, otuzbeşte biri. Amerikan vatandaşları kağıt paralarını dolara tahvil edemeyeceklerdi. Sadece yabancı devletler ve onların merkez bankaları dolarlarını altına çevirebileceklerdi.

Böylece Amerikanın altına, diğer ülkelerin de Amerikan dolarına dayandıkları para sistemi yürürlüğe girdi. Yıl 1946. Peki, oldu mu bari? Hayır, olmadı. IMF’nin kurulmasından beş yıl kadar sonra, 1950li yılların başında, işler tekrar ters döndü. Şöyle: Amerika’da altın çoktu -25 milyar doların karşılığı kadar altın vardı. Amerika, istenilen her durumda, dolar ibraz eden yabancı ülkelerin taleplerini yerine getiriyordu. Bu, tabii, ülkeden altın çıkışı demek. Dahası, yabancı ülkelerin büyük çoğunluğu paralarına Savaş öncesinin değerlerini biçmişlerdi. Örneğin, İngiltere, halâ bir sterlinin 4.85 Amerikan dolarına eşit olduğu iddiasındaydı. Oysa sterlinin alım gücü bunun çok altındaydı. Bunun anlamı, Amerikan dolarının olması gerekenden daha ucuza gidiyor olması. Dolar ucuz, diğer paralar göreli olarak pahalı olunca, dolara talep arttı.

Dünya çapında bir dolar kıtlığıdır başladı. Bir yandan kıtlık, öte yandan da ucuz doların Amerika’da enflasyona neden oluyor olması durumu. IMF’nin kurulmasından beş yıl kadar sonra, 1950li yılların başlarında, altın stoğuna güvenen Amerika’nın parasını saçtığı şeklinde bir manzara ortaya çıktı: Marshall yardımı türünden dış-yardımlar, krediler ve değeri her gün biraz daha düşen mebzul miktarda dolar. Ürkütücü bir manzaraydı, önde gelen Avrupa ülkeleri, Batı Almanya, İsviçre, Fransa ve İtalya, sıkı-para politikasına dönmeye karar verdiler. Sıkı para politikası, gerçekçi para politikası. Nitekim, İngiltere, sterlinin 4.85 dolar olduğu iddiasını bıraktı, değerini yarıyarıya, 2.40 dolara kadar düşürdü. Gerçekçi para politikasına geri dönüş, buna ilaveten Avrupa ve Japonya ekonomilerinin yeniden üretir olmaları, giderek Amerikan dış ödemeler dengesinin açık vermesini getirdi. Amerika, ihraç ettiğinden çok ithal eden bir ülke konumuna girdi. ‘60lı yıllarda enflasyon gözardı edilemeyecek boyutlara ulaştı. Bu defa, doları kendi paralarına temel alan ülkeler tedirgin olmaya başladılar. Değeri düşük dolar, istenmeyen para oldu.

IMF’nin doları dünya ekonomisinin temel para birimi olarak kabul eden sisteminden homurdanmaların başlaması ilk bu zaman. Homurtular, özellikle de De Gaulle Fransa’sından geldi. De Gaulle’in danışmanı Jacques Rueff, klasik bir altın-standardı ekonomistiydi. “Batı’nın Mali Günahı” isimli ünlü kitabın yazarı. Rueff, IMF’nin denetlediği sistemin giderek bir kâbusa dönüştüğünü söylüyordu. Amerikalılar önceleri aldırmadılar. IMF’nin dayattığı sistemin keyfi değil kaçınılmaz olduğunu söylüyorlardı. Bunun üzerine, Avrupa devletlerinin hükümetleri, ellerindeki doları altına tahvil etme haklarını kullanmaya başladılar. Amerikan’ın bitmez tükenmez gibi duran altın stoğu erimeye durdu. Öyle ki, 1946’da 25 milyar değerindeki stok, ‘70’lerin başında 9 milyar dolara düşmüştü. Eurodolar, Avrupa’nın istemediği dolar demek. ‘70’li yılların başında Avrupanın istemediği dolarlar 80 milyarı buldu. Baktı olmuyor, Amerika, Avrupa devletlerine ellerindeki doları altına çevirmemeleri için siyasi baskı uygulamaya girişti. Tıpkı, 1931’de İngiltere’nin Fransa’ya elindeki sterlini altına çevirmemesi için uygumaya çalıştığı gibi bir baskıydı bu. Ama ekonomi emirle yürümez, bu da yürümedi. Amerika, 35 dolar karşılığında bir ons altın vermeyi sürdüremeyince, bu defa Avrupalılar, serbest altın pazarına döndüler. Serbest altın pazarı diye bir şey vardı çünkü. Ellerindeki dolarlarla oradan altın satın almaya başladılar.

Doların değerini düşürmek istemeyen Amerikan hükümeti, Londra ve Zürih altın piyasasını el altından doyurmak zorunda kaldı. Değişmez ve su geçirmez olduğu düşünülen Bretton Woods sisteminin yürümediği gün geçtikçe daha netleşiyordu. Amerikalıların duruma buldukları çare, doların serbest altın piyasasındaki değeri ile hükümetler ve merkez bankaları nezdindeki değerini birbirinden ayırmak oldu. Dolar serbest altın piyasasında kaça giderse gitsin, IMF üyeleri doların değerinin bir ons altının 35’de biri olduğunu ebediyyen kabul edecekler, kendi aralarındaki işlemleri ebediyyen bu değer üzerinden sürdüreceklerdi. Hiçbir merkez bankası, serbest altın piyasasında dolar bozduramayacak, serbest altın piyasasından altın satın alamayacaktı. Böylece altın piyasası, dünya para sisteminden tamamen tecrit edildi. Altın, herhangi bir başka meta gibi, arz ve talep durumlarına göre kendi fiyatını bulacaktı. Devletlerin elindeki altın stokuna gelince, o külçeler de bir merkez bankasından diğerinin kasasına taşınıp duracaktı. Klasik ekonomistler serbest altın piyasasının bir türlü, merkez bankalarının başka türlü işlemeleri şeklindeki bu düzenlemeyi öfkeyle karşıladılar.

IMF sistemini kurtarmak için yapılan bir hareket olarak yorumladılar, karşı çıktılar. Kağıt para taraftarları, Keynesciler ve Friedmancılar, ise altının dünya para sisteminden geri dönmemek üzere çıkacağından emindiler. Hatta, onlar altının değerini doların tayin ettiğini düşünüyorlardı. Dolar desteği çekildiğinde bir ons altının değerinin düşeceğini iddia ettiler. Bu da olmadı. Tersine, altının fiyatı arttı. 1973’de bir ons altın 125 dolara fırladı. Amerika’da enflasyonun devam ediyor, Eurodolarların birikiyor olması, dolara duyulan güvenin kaybolmaya yüz tuttuğunu gösteriyordu. Baktı olmuyor, Başkan Richard Nixon fiyatları dondurdu. Bu, Bretton Woods sisteminin kesin sonu demekti. Avrupa Merkez Bankaları ayağa kalktı. Başkanı ellerindeki dolarları serbest altın piyasasında bozdurmakla tehdit ettiler. Bu defa, Nixon altından toptan vazgeçti. Amerikan tarihinde ilk kez dolar az ya da çok altın karşılığı olmayan fiat-paraya dönüştü. Fiat-parayı hatırlatayım: fiat para değerini hükümetlerin kararlaştırdığı para. Altın esasına dayanmayan paralara “fiat-para” adı verildi. Bildiğimiz “eder” anlamında “fiyat” değil, f-i-a-t “Fiat.”

Amerikan İngilizcesi bir kelime. Değeri yalnızca hükümet kararına dayanan para demek. Fiat paranın hakiki değeri uluslararası para piyasasında belli olacaktı. Hükümetler gereğinden fazla değer biçmişlerse paralarına, serbest piyasa onlara yanıldıklarını gösterecekti. Amerika ile beraber dünya da öyle yaptı. Hep beraber IMF öncesine, 1933’lerin fiat-para düzenine dönüldü. O yıllarda hiç değilse Amerikan dolarının arkasında altın vardı, bu defa o da kalktı. Öte yandan fiat-paranın telmihi ekonomik savaş, rakip para birimleri, devaluasyonlar, uluslar arası ticaret ve yatırımın durması, 1929-39 Büyük Çöküntü’nün tekrarıydı.

Başkan Nixon, bu defa da “Smithsonian Mutabakatı” denilen düzenlemeyi getirdi. “Dünya tarihinin en büyük parasal mutabakatı” dediği bu düzenleme uyarınca hükümetler, paralarına, önceden kararlaştırılmış artı-eksi değerleri aşmayacak yeni ve kesin değerler biçtiler. Ulusal paralarını para piyasalarında dalgalanmaya bıraktılar. Amerikan doları İsviçre frankı, Japon yeni ile rekabete girdi. Kurlar her gün ve hatta her saat değişir oldu. Klasik Amerikan iktisatçılara göre “Friedman’ın ütopyası” diye isim taktıkları bu sistemin çökmesi de kaçınılmazdı. Altına bağlı olmayan dolar ister istemez değeri düşük dolardı. Bu durum Amerikan mallarının ihracını kolaylaştırıyordu ama bedelini Amerikalı tüketiciler ödüyorlardı. Enflasyon sürüyordu. Daha da kötüsü, dünyanın tüm ülkeleri Amerikan enflasyonunu ithal etmek zorunda kalıyorlardı, çünkü dolar uluslar arası finans sisteminin rezerve parasıydı. Böyle olunca, dünya devletleri ürün ve hizmetlerinin karşılığı olarak Amerikanın kağıt parasını kabul etmek durumundaydılar. Global para sistemi açıkça işlemiyordu. Bu görüşleri savunanlar, Güney Asya krizini Amerikan dolarını baş aşağı getirecek oluşumun ilk perdesi olduğunu savunuyorlar.

Onlara göre 1995’de Meksika’da başlayan, 1997’de Güney Asya’yı, 1998’de Rusya ve Brezilya’yı vuran krizlerin nedeni de global para sistemindeki bozukluktur. Yine onlara göre dünya enflasyondan da, her an değişen kurlardan da, kurların ne olacağını tahmin edememekten de bıkmış usanmış durumdadır. Dahası, uluslar arası para piyasalarındaki bu hareketlilik ve bilinmezlik siyasi istikrarsızlığın baş nedenidir. Friedman’ın rüyası küle dönüşmüştür. Bu noktada yapılacak iş, bir dünya-parası çıkarmaktır, deniyor. Bu para, fiat para olacak, değeri Dünya Rezerv Bankası ismiyle kurulacak yeni bir örgüt tarafından belirlenecektir. “Dünya-parası”nın şimdiden olası birkaç adı da var. Keynes’in dünya-parasına taktığı isim “Bankor,” İkinci dünya Savaşı sırasında Amerikan Hazine Bakanı olan Harry Dexter White’ın taktığı isim “unita,” ünlü Ekonomist dergisinin taktığı isim “Phoenix.” Yani, kendi küllerinden doğan kuş. Son bir not: altın standardı taraftarları bütün bunlardan hayli rahatsız. Onlar, dünya para piyasalarının dinginliğe kavuşmasının tek yolunun klasik altın standardına geri dönüş olduğunda ısrar ediyorlar.