MEDENİYETLER İTTİFAKINDA KADIN

Sözlerime Uluslararası Kadın Kongresinin siz saygıdeğer katılımcılarına hitap etmekten onur duyduğumu ifade ederek başlamak isterim. 

Şimdi de bir de itiraf: Sayın Devlet Bakanımızın nazik davetlerini aldıktan sonra aklıma düşen ilk soru, medeniyetler arası “ittifak mı, yoksa detant mı?” sorusu oldu. 

“İttifak” kelimesinin bendeki karşılığı “fikir birliği, uyuşma, anlaşma, birlikte hareket etmek üzere sözleşme.” Oysa günümüz “medeniyetler savaşı” haykırışlarının yükseldiği günler. Dahası, cinsiyetimin insanlığın kusurlarını aşmakta yetersiz kaldığı, hemcins ve akranlarım Bayan Merkel ve Bayan Plassnik gibi siyasilerin ülkem ve medeniyetim hakkındaki beyanlarıyla sabit. Hatırlayacaksınız, hem Alman Başbakanı hem de Avusturya Dışişleri Bakanı hanımefendiler, mensubu olduğum Türk-İslâm medeniyetini Avrupa medeniyetinden dışlamaktan kaçınmamışlardı. Üstelik İslâm, tek tanrılı dinlerin evrildiği son aşamadır – bir de dünyanın bu bölgesinde aşina olmadığımız diğer başka dinlere mensup bir medeniyet olsaydık ne kadar zorlanırdık diye düşünmeden edemiyorum. 

Hal böyle olunca, “ittifak” kelimesini sorguluyor, “détente” kelimesinin daha gerçekçi olduğunu savunuyor olmamı anlayışla karşıladığınızı umuyorum. 

Detant kelimesini “medeniyetler arası ilişkilerde yumuşama” anlamında kullanıyorum. “Medeniyetler arası ilişkilerde yumuşama” yani tarafların birbirlerine kulak verdikleri aşamaya ulaşmaları. Bu bağlamda “detant” ittifaktan bir önceki aşamadır. 

Şimdi soracağım soru şu olacaktır: erkekler şöyle dursun, kadınlar arasında “detant” aşamasına gelindi mi? Değişik medeniyetlere mensup kadınlar birbirlerinin seslerine gerçekten kulak veriyorlar mı? Birbirlerinin dünya görüşlerini önkoşulsuz ve saygıyla teslim ettikleri aşamaya gelebildiler mi? Yoksa bu gibi kongrelerde bütün yaptığımız, doğrusal bir tarih anlayışını benimseyip, hemcinslerimizin Avro-Amerikan medeniyetinin dayattığı belirli bir modele evrilmesini hızlandırmak mıdır? 

Konuya aşina olmayanlar için açıklamalıyım. Tarih yazımında iki tane ekol vardır. Bunlardan ilki ve yaygın bir biçimde geçerli olanı, “lineer” dedikleri, “doğrusal” tarih anlayışıdır ki, Avrupa Aydınlanmasından sonra yerleşen bu anlayış, beşerin gelişmesini “doğrusal bir ilerleme” olarak yorumlar, millet ve medeniyetlerin tek bir hedefe doğru ilerlediklerini varsayar. Bu tarih anlayışına göre, tüm medeniyetlerin tek bir hedefe evrilmeleri kaçınılmazdır. 

Hedefin ne olduğunu ekonomik ve siyasi gücü yüksek olan medeniyetler belirlerler. Ve yine bu anlayışa göre günümüz Avro-Amerikan medeniyeti ekonomik ve siyasi gücünü muhafaza ettiği sürece, biz hanımların, örneğin bir Sharon Stone’a evrilmemiz kaçınılmazdır – Sharon Stone’u “dünyaca” idealize edilmiş bir kadın figürü olarak örnek verdiğimi anlıyorsunuz. Kaderimiz biçimsel ve ruhani olarak Sharon Stone’a evrilmek olduğu gerçeğinin ne kadar çabul farkına varırsak, ilerleme yolunda o kadar hızlı oluruz. 

Sharon Stone’a, dilerseniz Bayan Plassnik’ê evrilmek – belki de hoş olurdu ama ne yazık ki, genetik bilimi bunun mümkün olamayacağını söylüyor – dominant genler kara cilt, saç ve göz rengi genleri. 

Bununla beraber, günümüz ruhu, saç rengimizden cilt rengimize, giyim kuşamımızdan, yemek alışkanlıklarımıza, inançlarımıza, dünya görüşümüze kadar yapay da olsa değişmeye çabalamaktan başka seçeneğimiz olmadığını ısrarla telkin etmektedir. Diğer bir deyişle, egemen medeniyetin gazabına uğramamanın hatta yaşayakalmanın yolu kendimizi iptal etmekten, öngörülen ya da dayatılan maddi ve manevi kalıba dökülmekten geçecektir. Kadın ya da erkek, Avro-Amerikan medeniyetinin belirlediği kalıba girmekte direndiğiniz takdirde marjinalleştirilmeyi hatta hükümsüzleştirilmeyi doğalmış gibi kabullenmeniz gerekecektir. 

İronik hatta absürt olan da budur: yaşayakalmak için kadının inançlarını, dünya görüşünü, hatta fiziki niteliklerinin iptal etmesi gereği. 

Değerli hanımlar – ve beyler, 

Medeniyetler bir hususta ittifak edeceklerse, bu ittifakın “kadınların kendi kaderlerini kendilerinin tayin etme hakları” üzerinde ittifak olması gerektiğini savunuyorum. Kadınların kendi kaderlerini, yani kendi inançlarını, yani kendi değer yargılarını, yani kendi dünya görüşlerini, yani kendi fiziklerini, kendi estetiklerini, yani kendilerini kendileri yapan herşeyi ki buna erkekleri ile olan ilişkileri de dâhildir. 

Örneğin, kendi adıma sevdiğim erkekle evlenmeden önce mal akdi yapmak suretiyle onunla olan güven ilişkimi zedelediğime inanıyorsam, medeni kanun bana böylesi bir akti “ilerleme” ya da “modernleşme” adına dayatmamalıdır. Medeni kanun, “ilerleme” adına “aile içi şiddet”in ne olup ne olmadığını da dayatmamalıdır. 

Yanlış anlaşılmasın, ilerleme olgusunu reddediyor değilim ancak bir çağda pek çok çağın yaşadığı gerekçesiyle, bir medeniyetin “geri kalmışlıkla” itham edilmesini reddiyor, bu bağlamda, “modernleşme” sözcüğüyle ifade edilen “sistematikleştirmeye” de kuşku ile yaklaştığımı ifade ediyorum. 

Tarih bize – Aleksandr Soljenitsin’in demesiyle – yegâne terazisi yasaların harfinden ibaret olan, insan vicdanının dizginlemediği bir toplumun insanoğluna layık bir toplum olmadığını gösteregelmiştir. Dünyayı kurtaracak olan Helsinki beyannamesi değil, serbest Pazar ekonomisi ya da sermayenin engelsiz dolaşımı değil, sevgi ve nefs terbiyesidir ki, kadınların bu iki haslette yüceldiklerini söylemek, hemcinslerimi kayırmak olmasa gerekir diye düşünürüm. 

Yeri gelmişken, kendi adıma, beşeriyetin dinamik bir sistem olması nedeniyle, tarihin doğrusal ilerleme şeklinde değil “devirli” ya da “konjonktürel” algılanmasının doğru olduğunu düşünenlerdenim. İnsanlığın ama hızlı ama yavaş, belirlenmiş bir hedefe yönelmiş, dosdoğru o yönde ilerlediği ya da ilerleyeceği inancının mesnetsiz bir inanç olduğu kanısındayım. Tüm medeniyetlerin tek bir standarda, küresel standarda doğru yol aldıkları şeklindeki anlayışın günümüz “modernleştirmecilerin”dilerseniz “batılılaştırmacıların” temennilerinden ibaret olduğunu gözlemlediğim içindir ki, medeniyetlerin birbirlerine standart dayatma yerine, kulak vermelerini isterim. 

Bu nedenle, ittifaktan önce detant diyorum. Medeniyetlerin birbirlerine kulak verdikleri, birbirlerinin koşullarını ve değer yargılarını önkoşulsuz ve önyargısız paylaştıkları, bir detant. Sindirilmişlikten ya da caydırılmışlıktan değil, eşit koşullardan kaynaklanan bir saygın bir detant. Kadınların kendi kaderlerini kendilerinin tayin etme haklarını teslim eden bir detant. 

Sabrınız için teşekkür ederim.