SÜREYYA NEDEN KOŞUYOR?

İpi göğüslerken çekilmiş bir fotoğrafını gördüm; her bir kası seyriyordu, yüzü acıyla takallüs etmişti. Görüp görebileceğiniz en büyük sancıdır, diyorlar. “Glikojeni hemen tümüyle tüketmiş olan beden, derhal durmanızı haykırır. Ama durmazsınız, duramazsınız. Bu kâbustan meğer ki ipi göğüsleyesiniz, çıkış yoktur. Adaleleriniz tüterken, cesaretiniz size devam etmeyi telkin eder. Yorgunluktan kusarsınız. Koşucu olmayanların anlayabilecekleri bir eziyet değildir. Neden sabahın beşinde kalkar, yıldızların altında koşarlar? Neden kendilerini türlü sakatlıklara maruz bırakır, aylarca iyileşmeyi bekler, sonra tekrar sakatlanmak üzere pistlere dönerler? Bu ülke sıradışı olmana iyi gözle bakılan bir ülke değildir. O yiğit genç kadına, Süreyya Ayhan’a, varını yoğunu ortaya koyma cesareti veren nedir? Bunun cevabı belki Helen Keller’in “Güvenlikli yaşam denilen şey, aslında bir batıl itikattan ibarettir,” sözlerinde gizlidir. “Doğada güvenlikli yaşam diye bir şey yoktur. Hayat ya cesaretle göğüslenecek bir serüvendir ya da bir hiç.” Hellen Keller, kör, sağır ve dilsizken kitaplar yazabilecek duruma gelmiş, insanlığın yüzakı bir kadındı. Bilmesi gerekir. Güvenli yaşam, suya sabuna dokunmayan yaşam. Suya sabuna dokunmayan, kim olduğunu, neye iyi geldiğini bir ömür boyu öğrenemiyor.

Hayatın zorluklarını lâfla geçiştirmek, kendini başarılı biriymiş gibi algılamak kolay, “Ama koşarken gerçeklerden kaçamazsın,” diyor bir ünlü atlet, “Baskı altında ne hissettiğimi, daha da önemlisi nasıl davrandığımı yarışta görürüm. Nasıl biri olduğumu, neye yaradığımı gösterecek en kusursuz aynadır atletizm. Ayağım yere basar. Bütün gücümü, bütün cesaretimi kullanıp ipi göğüsledikten sonraki o saniyede, o tek bir saniyede, hayatımın gerçeği ile karşı karşıya gelirim.” O ip, aslında bir meydan okumadır. İnsanın fıtratında meydan okuyanın davetini kabule zorlayan bir şey olduğunu anlayamıyorsak, sıra dışı bir eylemin üstesinden gelmenin vereceği coşkuyu da anlayamayacağız demektir. Öyle görünüyor ki, anlayanlar, umutsuzluğu ve korkuyu ilkesel olarak reddedenler. İpi, yüreklerindeki savaşçıyı uyandırmaya cesaret edenler, sayısız hasımla tek başlarına halleşebilecekleri bilgisini güçlendirenler göğüslüyorlar. Helen Keller’in batıl itikat dediği güvenlik içinde olmaya, rahat yaşamaya husumet duyanlar farklılaşıyor, yığınların sesine, yığınların doğru bellediklerine ters düşüyorlar. Bu bağlamda, incelikli düşünürleri, ihtiyat sahibi insanları gocunduran bir tarafı var, genç kadının. “Aşkım, hocam, babam, herşeyim” kolayca sıralanabilecek tanımlar değillerdir. Şans bir yana, ruh ikizliği yürek ister. Kop’a ilişkin sözleri, aslında beyanıdır, ilânıdır, ikrarıdır, itirafı, kabulü ve teyididir keşfetmiş olduğunun birlikteliklerini yoğuran cevheri. Ve üstünlüğünün azmin gerçeklikten, (ki Ayhan’ın koşullarında ‘gerçekler’ fevkalâde namüsait bir durum arzederler) güncelden, kınanmak, yerilmek hatta nefret edilmekten. “Ben sadece rakiplerimle değil, dedikodular, iftiralar, yalanlar ve hakaretlerle de yarıştım” demişti. Hayat ya cesaretle göğüslenecek bir serüvendir ya da bir hiç. İpi göğüsleyenler, derin saygı uyandırırlar, uyandırmalıdırlar. “Koşmak, hayatı yerli yerine oturtmak demektir. Çok önemli olduğunu düşündüğünüz şeyler, pistte önemlerini kaybederler. Kendiniz için koyduğunuz hedeflerin çoğunun yanlış olduğunu görür, hayatınızı yeniden düzenlersiniz. Bir kum saatinin dar kanalından geçer gibisinizdir. Daha önce nerede olduğunuz önemli değildir, önemli olan o dar geçidi atlamaktır. Bazen başınıza iş açtığınızı düşündüğünüz de olur ama hiçbir yarış bu kadar temiz, bu kadar adil değildir. Hayatın amacı sadece yemek yemek ve para kazanmak değildir.

Yemek ve para hayatın keyfini çıkarmak için gerekir. Koşarken duyduğum coşkuyu, başka hiçbir şeyde bulamıyorum.” İnsanın insanla yenişmesi gerginlik, kıskançlık, aldatma, öfke hatta nefretle sonuçlanıyor. Ama insanın kendi bedeniyle yenişmesi öyle değil, çünkü bedenini tanıyan, bedeninin kısıtlamalarının farkına varan, haddini biliyor. Kendisini aşan birşeylerle tanışıyor, saygıyı öğreniyor. Saygı, huzur, tevazu ve vekar getiriyor. Aklı yüceltmek için gösterilen gayret, neden bedeni mükemmelleştirmek için de gösterilmesin? Ama zor zenaattir, dayanıklılık, sükûnet, kontrol, süreklilik, sabır, sebat, güç talep ediyor, idrak ve sürat gerektiriyor. Bedenin neyi yapıp neyi yapamayacağını görmek, yapabileceklerini yapmasına izin verirken, yapamayacaklarından korumak. Problem çözmek: “Dibimde biten bu tavşandan kurtulmanın bir yolu mutlaka var!” Risk plânlaması, özgüven ve nihayet damarlarda coşan adrenalinin keyfine varmak. İdman, doyum, güç, denge, disiplin ve gerilim, insanoğlunu bağımsız kılıyor. Kısıtlamaya gelmez, sansüre gelmez oluyorlar. Gerilimsiz bir hayat değil ihtiyacımız olan; tersine, özgürce seçtiğimiz ve değecek bir hedef için mücadele etmek. Zorlukları tebessümle karşılayan, tehlike sirenlerine kulaklarını tıkayıp kendi müziğini yapan, kendi davulunun ritmine yürüyebilen, az rastlanır ruhlar bunlar. Başkalarının yapma zahmetine katlanmadıkları ya da yapamadıkları zor işlerin üstesinden gelenlerin ülkemizde hak ettikleri saygıyı görmüyor olmalarının nedenini, öğrenme ve doğal yeteneklerin perdahlaması için gereken süreklilik, adanmışlık, ince ayar ve hepsinden önemlisi aşkı angarya gibi gören bir ruh haline kapılmış olmamızda görüyorum.

Israrcı, atak olmayı nicedir unuttuk, çabuk yoruluyoruz. Azim, azmedenin kendisinden başka kimseye erdem olarak da görünmüyor. Giyim kuşam, yemek, eğlence, modalar, ‘trend’ler, küsmeler barışmalar, nazlar niyazlar, tüketim, küçük bir övgü ya da söylevle mutlu olabilen vasatın oyalanma araçlarıdır, onlar ipi göğüsleyemiyorlar. Günde otuz dakika, haftada dört gün, en kısa sürede mükemmel bir beden yaratırmış. Kemik erimesi, göğüs kanseri, şeker ve kalp riskini azaltırmış. Tesis istemezmiş, alet edavat istemezmiş, her zaman her yerde yapılabilirmiş. Ekonomikmiş, öğrenmesi kolaymış. Stres atmak için birebirmiş. Nice okumuş adamlar, nice kitap kurtları biliriz ipi göğüslemeye gelince sıradanlaşan. Oysa anlaşılıyor ki, sıradan adamlar ipi göğüsleyemiyorlar, ipi göğüsleyenler sıradan değiller. Şampiyonluk öğretilemiyor hayır, ama farkındalık yaratılabiliyor, teşvik edilebiliyor, örnek gösterilebiliyor.