“NEVRUZ” VE “TAG-UND NACHTGLEİCHE”

Günümüz Avrupası halklarını oluşturan “aslî nesep”lerden birisinin “Germenler” olduğundan bahsetmiştik. Almanya, Danimarka, Hollanda, Belçika, Lüksemburg, İsveç, Norveç, Avusturya, İsviçre, Kuzey İtalya, İzlanda, hatta, Kuzey ve Orta Fransa ile aşağı İskoçya ve İngiltere’yi oluşturan halkların kökenleri “Germen.” Germen kavimleri, Hıristiyanlıkla İsa’nın doğumundan beş yüz yıl sonra ancak tanışıyorlar. Ancak, Germen Avrupa’nın Hıristiyan olması büyük çatışmalar sonucu mümkün olabiliyor. Dokuzuncu hatta onuncu yüzyılı buluyor. Hıristiyanlık öncesi dinleri paganizm. Paganizmin esası, tabiata ve tabiat güçlerine duyulan saygı. Saygıyı getiren: “farkındalık.” Toprakla uğraşan, eken biçen tüm paganlar gibi Germenler de herşeyden önce güneşin hareketini izliyorlar.

Yıl içindeki en önemli tabiat olaylarından birisi, gün-tün eşitliği dediğimiz, ekinoks; diğeri bu eşitliğin azami ölçüde bozulduğu solstis – eski adıyla tahavvülü şemsi – yani güneşin değiştiği nokta. Ekinoks, yılda iki kez gerçekleşiyor. Birisi, 20-21 Mart’taki bahar ekinoksu, diğeri, 20-21 Eylül’deki sonbahar ekinoksu. Bu günlerde gün-tüne eşit; gece ve gündüz 12’şer saat. Solstis de yılda iki kez: ilki, günün en uzun olduğu 20-21 Haziran yaz soltisi, ikincisi gecenin en uzun olduğu 20-21 Aralık, kış soltisi.

Bahar ekinoksu, ekvatorun kuzeyinde yaşıyan ve tarımla uğraşan tüm halklar için çok önemli bir gün. Güneş, 20-21 Mart’ta, güney yarıküreden kuzey yarıküreye dönüyor. Tabiatın yeniden canlanışına, doğurganlığa, büyümeye ve berekete işaret ediyor. Baharın resmen başladığı gün sayılıyor.

Pagan Germenler, bahar ekinoksunu Yeni Yılın başladığı gün sayarlarmış. Günümüz Almanyasına adını veren Allemanni kavmi, “tag-und nachtgleiche” dedikleri bu günü, Güneş Tanrısının kışın yaşadığı yeraltından çıkıp, karısı Tanrıça Ostara (ya da Eostre) ile buluştuğu gün olarak kutluyorlar.

Tanrıça Ostara’nın bir de şarkısı var. Şu mealde bir şey: “Yılın tekerleği döner, günü tüne eşitlerken; Ostara, bahara hükmeder, Güneşin-çocuğunu büyütür. Tanrıça yeryüzünü kutsar, toprağın yaşam-enerjisini yenilerken, baharda gömün tohumu toprağa, Güneşin-çocuğu kapıda.”

Yumurta baharın müjdecisi ekinoksun sembollerinden birisi. Germenler, Tanrıça Ostara’nın sembolü olduğuna inanıyorlar ama pek öyle değil, çünkü yumurta herşeyden önce bir denge sembolü. Gecenin gündüze eşit olduğu tam o anda, yumurtanın dikey durabileceğine inanılıyor. Yumurtanın dikey durabildiği o an, yeryüzü ile gökyüzünün dengede olduğu o an. Nevruz kutlamalarında masalarda gördüğünüz yumurtalar işte bu anı temsil ediyorlar.

Evet, Nevruz, dedim. Germenlerin “tag-und nachtgleiche” dedikleri oluşumun bizdeki karşılığı Nevruz. Yani, “Yeni Gün.” Nevruz, Orta Doğu’da ve Orta Asya’da Mart ayının 19-20-21. günleri kutlanıyor. Türk cumhuriyetlerinde, Azerbaycan’da ve Anadolu’da özel bir yeri var. Bir de Nevruz destanı var ki, Oğuz Han’a atfediliyor. Nevruz destanı Hazreti İsa doğmadan iki asır kadar önce, M.Ö. 209’da tahta çıkan Hun hükümdarı Mete Hanın hayatından esinlenmiş. Yani, Alsace’da yerleşik Allemanni, Tanrıça Ostara’nın efsanesini anlatırlarken, Alsace’dan bir kaç yüz kilomete ötede, Macaristan’da, Segedin civarında yaşayan, Hunlar da Oğuz Han destanını dillendirirlermiş.

Hunlar, malûm, Türklerin aslî kavimlerinden birisi. Orta Asya’dan kopup gelen bu kavim günümüzde Macaristan dediğimiz topraklara İsa’dan sonra Dördüncü yüzyılda yerleşmişler ki, bu tarih Allemanni’nin Alsace’a yerleşmesinden yüz yıl kadar önceye denk geliyor. İsa’dan sonra 374’de kurulan Birinci Batı Hun devletinin ilk hükümdarı, Balamir Han. Hazreti Muhammed’in 570-632 tarihleri arasında yaşadığını düşünürsek, demek Birinci Batı Hun devleti İslâmiyetten iki yüz yıl kadar önce kurulmuş.

Batı Hunlarının zengin bir mitolojileri var. Kâinatın, insanın, kadın ve erkeğin yaradılışına ilişkin inançlarını Batılıların “epope” dedikleri tarzda “destan” tarzı metinlerde dile getiriyorlar. Oğuz Han’a atfedilen Nevruz destanı bunlardan birisi.

Şimdi bu efsaneye göre, “Oğuz,” Ay Kağan’dan doğma, yüzü gök, ağzı ateş, gözleri elâ, saçları ve kaşları kara, perilerden daha güzel bir erkek çocuğudur. Annesinden ilk sütü emdikten sonra konuşur, çiğ et, çorba ister. Kırk gün içinde yürür. Ayakları öküz ayağı, beli incecik kurt beli, omuzları samur omuzu, göğsü ayı göğsü gibi geniş olur. Küçücük yaşında at sürülerini gütmeye, avlanmaya koyulur. Ancak, o asırlarda yaşayan insanlar gibi Oğuz oğlu da kıştan çok korkar. Bunun içindir ki, “yılın üç mevsimini kışa hazırlanarak geçirir; dünyanın nimetlerini mağarasına getirip, stok yapar. Bir defasında, kış uzun surer. Oğuz oğlunun azığı tükenir. Çaresiz kalan Oğuz oğlu ‘yemeye bir şey bulayım’ diye mağaranın dışına çıkar ama hiçbir şey bulamaz. Hava o kadar soğuktur ki, sakalı buzlanır, eli ayağı donar. Mağarasından çıktığına çıkacağına pişman bir şekilde eve dönerken, yolda bir kurt yavrusuyla karşılaşır. Kurt yavrusu ona ‘Bu karda boranda nereden geliyorsun?’ diye sorar. Oğuz oğlu başına gelenleri anlatır. Kurt yavrusu ona şöyle der: ‘Ey, Oğuz oğlu, ilerdeki yol ayrımında seni bir sürü koyun, kucak dolusu başak, bir kirman, bir de el değirmeni bekliyor. Onları evine götür. Koyunu kesip etini yersin, yününden iplik eğirip, kendine elbise yaparsın, derisini giyersin. Buğday tanelerini de el değirmeniyle öğütüp, unundan ekmek yaparsın. Böylece baharı karşılamış olursun. Yalnız sana verdiğim emanetlere dikkat etmelisin. Başakları ve koyunu arttırmalısın. Kuzuları şefkatle büyütmeli, buğday tanelerini yere serpip, onu alnının teriyle sulamalısın. Söylediklerimi yapmazsan, yaşamın çok zor olur.’

Oğuz oğlu yol ayrımına gelir. Ve kurt yavrusunun saydıklarını bulur. Onları alır, mağarasına getirir. Kışı güzelce geçirdikten sonra ilkbaharla birlikte sürüyü dağa yayar. Buğday tanelerini toprağa serper. Gece gündüz sürülere, başaklara gözkulak olur. Böylece, Allah, Oğuz oğluna görünmemiş bir bolluk nasip eder. O günden sonra, Oğuz oğlu yıl boyunca çalışır.

Destana göre, Oğuz oğlu yavru kurda rasladığı o güne ‘Nevruz- yeni gün’ adını verir ve yıl başını o günden hesaplar. Kendisine uğur getiren Nevruz’da bayram etmeği adet haline getirir.”

Orta Asya Türk cumhuriyetlerinde, Azerbeycan ve Türkiye’de farklı kutlamalar gözlemlenmekle birlikte, tüm bayramlar gibi Nevruz da zengin sofralar demek. Yayıklar çalkalanıyor, tereyağlar toplanıyor. Nefis yemekler pişiyor. Azerilerin “Yedi sin sofrası dedikleri bir Nevruz sofraları var. Yedi sin demek sofrada “s” harfiyle başlayan yedi nesnenin bulunması şarttır demek. Bunlar sırasıyla sağlık simgesi olarak bilinen sarımsak, birinci s; lezzet simgesi olan sirke, ikinci s; insanlara ümit verdiği bilinen sebze, üçüncü s; bereket getiren summak, dördüncü s; yaşam kaynağı olan su, beşinci s; zenginlik göstergesi sikke, altıncı s; ve uzun ömür anlamına gelen saat, yedinci s. Sofrada bu yedi sin ve semen var. Semen buğday filizi anlamına geliyor. Nevruz’dan birkaç gün önce bir avuç buğday bir tabağa konuyor, bayram gününe kadar her gün ılık suyla sulandırılarak sıcak yerde bırakılıyor. Böylece bayram gününe kadar buğday semeni yeşermiş olur. Semen sofranın ortalarında bir yere, bahar çiçekleri, güneş ışığını temsilen bir kaç mum ve yumurtalarla birlikte konuluyor. Nevruzla birlikte yüzünü gösteren güneş, yaza doğru tüm görkemiyle parlayacaktır. Benzer beklenti, Germen kavimlerinde güneşin-çocuğunun büyümesi olarak görülüyor. Baharda zayıf olan güneş büyüyecek, yazın kırallığını devralacaktır. Görüldüğü gibi, Paskalya yortusunda rastlanılan yumurtalara Nevruz’da da rastlanıyor. Ama Paskalya’da çikolata vb. biçimlerde sıkça görülen bir de tavşan figürü vardır ki, o bizde yok.

Germen Pagan kültürünü araştıranlar, Paskalya tavşanının Tanrıça Ostara’dan geldiğini, tanrıçanın totem hayvanı olduğunu söylüyorlar. Totem hayvan tarih öncesi toplumların aralarında bir biçimde akrabalık olduğuna inandıkları ya da sembolleştirdikleri efsanevi hayvanlar. Anlaşılan Germen kavimlerinin totem hayvanları Tanrıça Ostara kanalıyla tavşan. Hunların ki, ve dolayısıyla bizimki ise kurt. Günümüzde Hıristiyan Türkler, yani Gök Oğuzlar olarak bildiğimiz Gagavuzlar, kurt sembolünü ulusal bayraklarına taşımışlar. Beyaz üzerine mavi kurt çizili.

Efsaneler, destanlar, batıl inançlar farklı coğrafyalarda ve tarih içinde değişiyorlar. Değişmeyen, güneş ışınlarının 21-22 Martta güney yarı küreden, kuzeye kırılması ve yeniden hayat bulan doğa. Bu bağlamda, yeryüzünde hiçbir halk yok ki, Nevruz’u bir biçimde kutluyor olmasın. Buna karşın, Batıda rastladığımız efsanelerde kadın figürünün baskın olduğunu görüyoruz. Örneğin, eski Yunan’ın Afroditi, Mısır’ın Hathor’u, İskandinavya’nın ve dolayısıyla Germenlerin Ostara’sı doğurganlık, analık sembolleri olarak ortaya çıkıyorlar.

Halkların adetlerini, ananelerini, efsanelerini, mitolojilerini inceleyen antropologlar, Meryem Ana-İsa Mesih bağlantısının aslının da pagan inançlarında yattığını iddia ediyorlar. Bu bağlamda, Tanrıça Ostara ve benzeri kadın tanrıçalarla Meryem Ana arasında; aynı şekilde onların doğurdukları güneş/çocukları ile İsa Mesih arasında bağlantı kuruluyor. Öyle ki, Hazreti İsa’nın yaşamını temel alan Hıristiyan yortularının hemen hepsinin, pagan yortularının bir biçimde devamı olduğu söyleniyor. Nitekim, Tanrıça Ostara – ki kendisi ekinlerin olduğu kadar insanların doğurganlığını da temsil ediyor – Nevruz’da güneş tanrısından hamile kalıyor, ve oğlunu dokuz ay sonra kış solstisinde yani gecenin en uzun olduğu 21 Aralıkta doğuruyor. Günümüzde “Kutlu Bakire Meryem”in Tanrının oğluna hamile kaldığını öğrendiği gün olarak kutlanan yortu da 25 Mart’a denk geliyor. Hıristiyan inancına göre, Cebrail, İsa Mesih’e hamile olduğunu 25 Mart’ta müjdelemiş. Bu hesapça, İsa Mesih’in de 25 Aralık cıvarında doğması gerekiyor. Ve nitekim Christmas yortusu, aynı tarihte: 25 Aralık.

Bizde herşeyden önce bir ekin bayramı Nevruz. Bayramın birinci günü Hazreti Hızır aleyhiselâmın ya da Hıdır Nebi’nin günü. O gün toprağın ısınması için, ikinci gün toprağı sürecek öküzlerin sağlam ve kuvvetli olması için, üçüncü gün ise çiftçi ve sayacılara dua edilir. Sabahın erken saatlerinde tarlalara çıkanlara içinde mendil, beyaz gömlek, çorap, şeker ve kavrulmuş buğday bulunan sepetler gönderilir. Ekinin başlanacağı yerde kurbanlar kesilir, dualar okunur. Azerbaycan’da gençler, halka sağlık, esenlik getireceğine inanılan Hızır aleyhiselâmı aramaya koyulurlar. Bu gençlere Hızırcı ya da Hıdırcı deniyor. Sabah, güneş daha doğmadan Hızır Aleyhisselâmı aramaya çıkıyorlar. Bir de manileri var: “Şum yerini şumlayak, Şam evini şamlayak, Hıdırım addıdı, Hıdırım oddudu, At atı haylayak, Günleri saylaya, Han Hıdır gelesidir, Han Hıdır gülesidir.”

Hızır Han gülsün, Hızır Han gülsün. Onlar Hızır hanı arayadursunlar, evlerde sıkı bir bayram temizliği yapılıyor. Kız gelinler kilim ve halıların tozunu alır, temizlerlerken, delikanlılar ağaç diplerini belliyorlar. Bağlarda kıştan kalma sararmış yapraklar temizleniyor. Ağaçlar budanıyor. Bahçelerdeki çöpler toplanarak yakılıyor.

Dünyanın bize ait köşesinde, dini inançtan çok eğlenceli bir gelenek Nevruz. Meselâ, bir gece önce genç kız ve erkekler özellikle geç yatıyorlar ve yatmadan önce, tuzlu ekmek yiyorlar. Su içmiyorlar, çünkü efsaneye göre tuzlu ekmek yiyenlere rüyalarında su veren birisi oluyor. Su veren bu kimse, rüya görenin kısmeti, yani evleneceği kişi olurmuş. Sonra yine bazıları Nevruz gecesi Hızır aleyhisselâma niyet tutarak yatıyorlar. Niyet tutanlar gece yarısı kalkar da mum ışığında aynaya bakarlarsa, evlenecekleri kişiyi görürlermiş. Ama niyetin tutması için aynaya bakanın korkmaması gerekirmiş. Korkanın niyeti gerçekleşmezmiş. Ertesi gün, baş yemeğin pilav olduğu zengin bir sofra kuruluyor. Döşemeli pilav, çığırtma pilavı, sebzeli kavurma pilavı, sütlü pilav denilen çeşitlerin üstüne kestane ve bol baharatlı koyun ve tavuk eti konuyor. Ve tatlı şart. Nevruz tatlıların içerisinde en önemlileri şekerbura, baklava ve şeker çöreği. Bunların içinde en geniş yaygın olanı baklava, onun da çeşitleri var. Ayrıca badem, fıstık, fındık, ceviz, kuru üzüm vb. çerezler de sofradaki yerlerini alıyorlar. Bir gece öncesinden ellerine kına yakmış, en güzel elbiselerini giymiş kız gelinler, ev halkına hizmet ediyor. Yemekten sonra akrabalar, komşular ziyaret ediliyor veya misafir ağırlanıyor. Konuklara hediyeler veriliyor. Nevruz gecesi, kapılara torba atmak diye bir adet var. Bu torbalara bayram şekeri dolduruluyor.

Bunlar hoş şeyler ama daha önemlisi, Nevruz’da güzel şeyler konuşulması şarttır. Nevruz’da gıybet edilmez, dedikodu yapılmaz. Küsenler barıştırılır:

“Yar, yaylığın mendedir, Sermişem çemendedir, Eriyip yere gedince, Men gözüm sendedir. Gümanım bu yazadır, Muradım Nevruzadır.”

Nevruzunuz kutlu olsun. Hızır aleyhisselâm, hepinize sağlık esenlik getirsin.