Aleksandr İsayeviç Soljenitsin, 1918 Kislovodsk doğumlu. Kislovodsk, Kafkasların incisi dedikleri küçük bir kaplıca kasabası. Uzaktan Elbruz ve Kazbek dağlarını görür. Efsaneye göre Kazbek son Alan Krallı Elbruz’un oğlu; aşk ve ihanet içeren uzun bir hikâyenin sonunda ikisi de taş kesilmişler. Kislovodsk, “Narzan” maden sularıyla ünlü. Narzan, Nard’ların suyu demek; Nardlar ise Kafkasların efsanevi yiğitleri. Çarlık Rusyasında Kaplıca Sosyetesi romatizmalarına şifa bulmak yazlarını Kislovodsk’a geçirirlermiş; aralarında Puşkin, Tolstoy, Çekov ve Yesenin de var. Lermontov, Kislovodsk için sonsuza dek hatırlamak için, bir kez görmek yeter diye yazmış.
Kafkas halklarının Rus yerlisi de Soljenitsîn.Babası 1914’de okulu bırakıp, Alman cephesine koşan yurtseverlerden. Soljenitsîn’in annesiyle askerde evleniyor. 1918’de çürüğe çıkarılıyor, kısa bir süre sonra öldüğünde eşi Aleksandr İsayeviç’e altı aylık hamile. Fransızca ve İngilizce bilen eğitimli bir hanım, anne. Oğlunu alıyor, Rostov on Don’a, Karadenizin kuzeydoğu kıyılarına taşınıyorlar. Anne, steno-daktilo olarak iş buluyor; kiralık odalarda, kötü kulübelerde yoksul bir yaşam ama oğlunun üzerine baba getirmek istemiyor Madam Soljenitsina. Saşa, babası gibi Moskova’da edebiyat okumak, yazar olmak arzusunda, ne ki, paraları, annenin sağlığı kötü. Rostov Üniversitesinin Matematik Fizik bölümüne kaydolmak zorunda kalıyor. Bir yandan okuyor, bir yandan da çoğu bildik gençlik zırvaları dediği öyküler kaleme alıyor, dönemin önde gelen yayınlarından Znamya’ya gönderiyor, hiçbirisi basılmıyor.
İronik bir ayrıntı: Znamya’nın başeditörü Konstantin Fedin’in garip bir kindarlığı var. Yıllar sonra Kanser Koğuşu’nun basılmasını önlemek için de yapmadığını bırakmıyor,Öte yandan, istemeyerek yazıldığı matematik/fizik fakültesi, iki kez hayatını kurtarıyor Soljenitsîn’in. İlki, sekiz yıllık mahkkûmiyetini eğitimli mahkûmlar için özel cezaevi olan Şaraşya’da geçirmesini sağlaması; ikincisi, Kazakistan’daki sürgün sürecinde hayatını matematikle kazanmasını mümkün kılması. “Gönlümde yatan edebiyat eğitimini almış olsaydım büyük ihtimalle daha da ağır baskılara uğrayacak, belki de bu hengameden canlı kurtulamayacaktım.” Yine de, yaşam nedeni edebiyat. 1939’da Moskova Tarih, Felsefe, Edebiyat Enstitüsü’nün mektupla öğretim programına kaydoluyor.Soljenitsin’in Birinci Dünya Savaşına ilgi duymaya başladığı yıllar, bu yıllar. Rusların kahredici Samsonov hezimeti üzerine 1941’de kaleme aldığı bir inceleme, daha sonra beş bin sayfalalık dev eseri Kızıl Çark’a dönüşüyor. 1940’da kimya öğrencisi Natalya Alekseyevna’yla evleniyor, tayini ortaokul fizik öğretmenliğine çıkmışken, askere alınıyor. Sağlığı iyi değil, geri hizmete atanıyor, at arabası sürücüsü oluyor. Öğretmen olduğunun anlaşılması üzerine hızlandırılmış bir kursa gönderiliyor; Rus askeri eğitiminin vahşi dünyasıyla tanışıyor. Babası gibi topçu subayı oluyor, Leningrad Cephesindeki bir keşif bataryasının komutanlığına atanıyor, dillere destan Leningrad savunmasında savaşıyor; 1943 Orel muharebesinde madalya alıyor, yüzbaşılığa yükseltiliyor.
Almanya’nın işgali sürecinde altmış askere komuta etmektedir. Stalin’in işgal kuvvetlerine “herşey serbest” komutu verdiğine şahit oluyor: cinsel tecavüz, talan, yağma, hiçbir şey yasak değil.Yirmi beş yaşındaki gencecik bir yüzbaşıyken “köylerin, kiliselerin, çiftliklerin ve çiftlik hayvanlarının ahlâksızca yağmalandığını” görüyor, “toplu tecavüzlerin iğrençliğine, kadın ve çocukların katledilmesine” tanık oluyor. Stalin’in zulmü ve tamahı açıkça teşvik ediyor olmasına isyan ediyor, komuta ettiği askerlerden kendilerine hakim olmalarını emrediyor: “Asil bir ülkenin gururlu oğulları gibi davranmalısınız!” Bu arada sınıf arkadaşı, Piyade Yüzbaşı Nikolay Vitkeviç’le mektuplaşmakta, gördüklerini “meş’um” ve “iblisane” olarak tanımlamakta, aralarında “bıyıklı adam” dedikleri Stalin’e veryansın etmektedir. Yazışmaların alay kumandanının eline geçmesi uzun sürmüyor. Tutuklanıyorlar, Soljenitsîn’in harita çantasında bulunan öykü ve denemeler Sovyet-karşıtı propaganda suçlamasına yetiyor. Moskova’ya gönderiliyor. KGB’nin ünlü Lubyanka hapishanesinde ağır bir sorgulamadan geçirilmekteyken, gıyabında sekiz yıl ağır çalışma cezasına çarptırıldığı haberi geliyor.
Kamptaki işi, prangalı inşaat ameleliği. Buradan matematikçileri ve bilim adamlarını çalıştırdıkları Moskova yakınlarındaki özel Marfino hapishanesine nakil ve “Birinci Çember.” KGB’nin emrindeki bilim adamlarının vicdan muhasebelerini, ahlâki değerlere ilişkin bitmez tükenmez tartışmalarını anlatıyor. Romanın adı Dante’nin Inferno’sunda cehennemin en az acı veren ilk kısmını, deyiş yerindeyse, soğukluğunu tasvir ettiği bölüme gönderme. Marfino hapishanesi cehennemin daha ilk çemberi. Emredilen hedefleri tutturamayan bilim adamları, ikinci, üçüncü çemberlere itekleniyorlar.Gardiyanlarını memnun edebilen biri değil Soljenitsîn; yaşayakalma umudu belirmişken, olaylar bir kez daha tersine dönüyor, Kazakistan’ın Ekibastuz şehrinde siyasi tutuklular için yeni inşa edilen hapishaneye sevk emri geliyor: 1950. On yıllık eşi ve sınıf arkadaşı Natalya Alekseyevna’dan kesin olarak ayrılmaya karar verdiği zaman bu zaman. Eşinin sonu olmayan bu evlilik nedeniyle daha fazla baskı görmesine gönlü razı değil, yeni bir hayat kurmasını istiyor. Boşanıyorlar, Natalya Alekseyevna bir başkasıyla evlenirken, Soljenitsîn, Ekibastuz’a doğru yola çıkıyor.Yeni kampında inşaat amelesi, duvarcı ustası, demir döküm çırağı. İvan Desinoviç’in Hayatında Bir Günyaşadıklarının hülâsası: “…Asker tayınından payına düşeni binlerce kez vesikayla çekmişti.
Kendisine uzatılan dilimleri tartıya vurması, elbette söz konusu değildi. Zaten mahçup tabiatlı bir adamdı; hakkını nasıl arayacağını bilemediği gibi, hapishane ve kamplarda tayının adil paylaşımı diye birşeyin olmadığını yıllar önce keşfetmişti. Eksik gramaj kural olmasına kuraldı da, ne kadar eksik? So! Her gün, payına uzanırken, belki bu gün çalmamışlardır diye içinden geçirir, ruhunu teskin etmeye çalışırdı.”Mahkûmiyetinin yedinci yılında kanser teşhisi ile yatağa düşüyor. Kamp hastahanesinde yerel bir anestezici tarafından ameliyat ediliyor ve ağır bir ışın tedavisi görüyor. Tanrı’ya ilişkin derin bir farkındalık geliştirmeye başlaması bu zaman, “Bugünkü beni şekillendiren o süreçtir” diyor.Cezasının 1953’de sona eriyor olması lâzım ama öyle olmuyor.
Tahliye edilmesi gereken günden bir ay kadar sonra, ne bir mahkeme kararı, hatta ne de bir NKVD talimatı olmaksızın, serbest bırakılmayacağı, Güney Kazakistan’da, Kokterek’te, ömür boyu sürgüne mahkûm edildiği haberi geliyor. “Özel olarak beni hedef alan bir uygulama değildi, alışıldık bir yöntemdi” diye anlatıyor, “5 Mart 1953’de Stalin’in öldüğü haberi kamuoyuna duyurulduğu gün, ben, Ekibastuz’un Kokterek köyünde sürgündeydim. O gün ilk kez yanımda nöbetçi olmadan sokağa çıkmama izin verildi. Kokterek’de tümör hızlı bir gelişme gösterdi, ölümün çok yaklaştığını hissediyordum. Kanserli tümörün yaydığı zehirler perişan etmişti. Yemek yiyemiyor, uyuyamıyordum. Taşkent’te bir kanser kliniği vardı, oraya sevkedilmeyi başardım.”
O koşullarda kanser ameliyatının ne olabileceğinin düşüncesi bile dehşet vericiyken, midesi elli-beş kez ışın seansına tabi tutuluyor, ve bir mucize gerçekleşiyor, iyileşiyor! Yakınları, tutkunun gücü diyorlar. “Saşa, görevini yerine getirmek için yaşadı.” Görevi? Görevi, ölülerin sesini duyurmak. “Sürgün yıllarında yerel bir ilkokulda öğretmenlik yapıyordum,” demektedir, “Çetin ve yalnız bir yaşamdı. Kampta sadece ezberimdeki şiirleri yazıya dökmeme izin veriyorlardı ama düzyazı kesinlikle yasaktı. Büyük bir gizlilik içinde yazıyordum. Buna karşın, defterlerimi saklamayı başardım.”Kanser Koğuşu’nda hastaların trajedilerini Stalinizm faciasına paralel olarak işliyor. Örneğin, mahkûmları hapishane yöneticilerine gammazlayan bir stukaç’ın dil kanserine yakalanması anlatılıyor ki, insana uykuyu haram eden zehir gibi bir öykü. Oleni Şalasovka, (Aşk-kızı ve Masum) isimli da oyun bu dönemin ürünü.
1956, SSCB’de yönetimin “yumuşadığı” yıl. Stalin’in ölümünden sonra Parti Birinci Sekreterliğine getirilen Nikita Hruşçev, Yirminci Parti Kongresi’nde Stalin’in yöntemlerini eleştiren ağır bir konuşma yapıyor. Durumdan vazife çıkaran Askeri Yargıtay, Soljenitsîn dosyasını tekrar ele alıyor, “ıslah edilmiş olduğuna” karar veriyor. Avrupa Rusyasına dönmesi için izin çıkıyor. Eski eşinin tahliye edildiğini öğrenen iki çocuk annesi Natalya Alekseyevna, kocasını terkediyor, ona katılıyor. Bir süre Moskova’nın Vladimir semtinde yaşadıktan sonra, başkentin yaklaşık yüz elli kilometre güneydoğusundaki Rayazan’a yerleşiyor, tekrar evleniyorlar. “1961’e kadar, yazdığım tek bir satırın basıldığını görmeden öleceğimden emindim,” diyor, “Duyulur korkusuyla yazdıklarımı en yakınlarıma bile okutamıyordum. 42 yaşındaydım ve bu gizli yazarlık beni adamakıllı hırpalamaya başlamıştı. En zor geleni de, yapıtlarımı eğitimli edebiyatçıların değerlendirmelerine sunamıyor olmamdı. Metinlere el konulmasından, ortadan kaldırılmaktan korkuyordum. SSCB Komünist Partisinin Yirmi İkinci Kongresinden sonra saklandığım yerden çıkıp, İvan Desinoviç’i Tvardovskî’ye teslim etmeye karar verdim.”Aleksandr Tvardovskî, Novi Mir’in editörü. Romanı bir gece yarısı okumaya başladığı, müthiş etkilendiği için kalkıp takım elbise giyindiği, kravat taktığı söylenir: “Böylesi bir epiği pijamalarla okumak saygısızlıktır!” Buna karşın, Hruşçev’in Stalin’i alenen suçladığı 1961’e kadar sesini çıkaramıyor. Ne zaman ki, Hrutçev’in nutku açıklanıyor, durumdan vazife çıkarmak sırası Tvardovskî’ye geliyor. Merkez Komitesine başvuruyor, İvan Desinoviç’i yayınlamak için izin istiyor. Ve kıyamet kopuyor! Komite ikiye ayrılıyor, taraflar birbirlerine giriyorlar. Sonunda, Hruşçev bizzat devreye giriyor, oyunu kitabın basılmasından yana kullanıyor. Nedeni, kitabın Stalin rejimini teşhir kampanyasının paha biçilmez silâhı olabileceğini düşünmesi. Parti, müthiş bir reklâm kampanyasının yanı sıra, eserin İngilizce çevirisini de finanse ediyor. Soljenitsîn, öğretmenliği bırakıyor, Matrenin Dvor, Dva Rasskaza, Dlia Polzî Dela (sırasıyla Biz Asla Hata Yapmayız, İki Hikâye, Davanın Selâmeti İçin) ardarda yayınlanıyor.Ne ki, 1964’te Hrutçev Parti Sekreterliği’nden alınıyor, yerine Brejnev geçiyor. Sertleşme işaretlerini alan Novi Mir editörleri, Birinci Çember (Vı Per Vom Kruge) ve Kanser Koğuşu’nun (Rakovyi Korpus) baskılarını geciktiriyorlar. 1964 Lenin Ödülü göz göre göre bir başkasına veriliyor. Brejnev, zaman içinde daha da sertleşir, Stalin’e övgüler düzmeye koyulurken, KGB, Soljenitsîn’in evini basıyor. Çember’in özgün nüshasına ve özel arşivlerine el koyuluyor. Brejnev’e yolladığı mektuplar, Yazarlar Birliği nezdindeki protestoları fayda etmezken, Olga Carlisle isimli hanımın yardımıyla İngilizceye çevrilmek ve basılmak üzere metinler yurt dışına kaçırılıyor. 1968’de Birinci Çember, Kanser Koğuşu ardarda basılıyor, İngiltere ve Batı Avrupa’da dağıtılıyor.
Sovyet Yazarlar Birliğinin tepkisi, Soljenitsîn’in “Sovyet yazarı” ünvanını iptal etmek, Birlik’ten atmak.1970 Ekiminde Nobel Edebiyat Ödülü aldığı açıklanıyor. Sovyet basınında yine kıyamet kopuyor. Ödül, Batı’nın SSCB’ye hakareti olarak yorumlanıyor: “Stockholm’un liberal farmasonları Nobel ödülünü normalde pasifist, enternasyonalist, nötralist, sözde-komünistlere ayırmışlardır. Batı, 1970 Nobel ödülünü Soljenitsîn’e verecek kadar ileri gittiyse, bir nedeni olmalı.”Soljenitsîn, ülkeye geri alınmayacağı endişesiyle ödülü almaya gidemiyor. KGB’nin Gulag Takımadaları’nı sakladığı yeri bulacağından, daha da kötüsü bulmak için yakınlarına baskı yapacağından korkmaktadır. Nitekim, korktuğu başına geliyor. Eski asistanı Elizabeta Voronskaya’yı sorgulamaya alıyorlar. Kadıncağız nüshalardan birisinin yerini söylemek zorunda kalıyor. Ve utancından kendisini asıyor.
Soljenitsîn’e Gulag Takımadaları’nı yayınlama kararını verdiren Elizabeta’nın ölümüdür. Bin sekiz yüz sayfalık metni Paris’e gönderiyor, kitap Aralık 1973’de basılıyor. Pravda, anlatılanların yalan olduğunu haykırıyor ama kitabın Sovyet topraklarına sızması önlenemiyor. İki ay kadar sonra da, Şubat 1974’de Soljenitsîn bir kez daha tutuklanıyor, Lefortovo Hapishanesine alınıyor: vatan hainliği ile suçlanma, çırılçıplak sorgulanma, vatandaşlıktan ihraç ve ülkeden atılma. Apartopar bindirildiği uçakta elleri kelepçeli. Kendisini Batı Almanya’da buluyor. Sonra, Zürih, sonra yirmi yıla yakın yaşadığı Vermont ve on binlerce sayfa. “En büyük korkum, Rusya’ya geri dönememek, ölüp Vermont’ta gömülmekti” diyor.Ve sonra, 1994’de nihayet geri dönebildiğinde, Jirinovskî’nin basına, “Bizim yurt dışına göçen, orada yirmi yıl oturup halkımıza iftira atanlara ihtiyacımız yok,” demesi var, “Soljenitsîn, geldiği yere geri dönsün.” Sıradanlığın zaferi?! (Ağustos, 2008, Hürriyet)