24 Kasım 2015
Rus uçağının düşürülmesinin ardından Rusya Devlet Başkanı Putin’den açıklamalar geldi. Putin, “Rus uçağının vurulmasını sırtımızdan bıçaklanmak olarak yorumluyoruz” dedi. Putin, “Uçak düşürme olayının Rusya-Türkiye ilişkileri açısından ciddi sonuçları olacaktır” diye konuştu.
Vladimir Putin’in muzaffer “Roma İmparatoru” suretinde dökülmüş bronz büstü geçen Mayıs’ta (2015) St. Petersburg’un yaklaşık yirmi kilometre kuzeyindeki Agalatovo köyünde “St. Petersburg Ataman Kazak Birliği” başkanı Andrey Polyako tarafından merasimle açıldığında, Fransız La Figaro olsun, Alman Deutsche Welle olsun, hayretler içinde kalmışlardı: Putin niye bu kılıkta, neden burada? Çünkü, Rusya’yı “Kırım’la yeniden birleştiren Vladimir Putin’in oynadığı tarihi rol, Roma imparatorlarının temsil ettiği dirayet”i anımsatıyordu ve Çarlık Rusyasının Kremlin’e sonsuz sadakatlarıyla ünlü sınır muhafızları Kazaklar, “Vladimir Putin’i bir fatih ve devlet adamı olarak ölümsüzleştirmek” istemekteydiler.
Gerçek şu ki, Kazaklar şöyle dursun, Ukrayna’nın silâhlı muhalefetine, Batı’nın dayatmasına ve ambargonun daha da kötüleştirdiği ekonomik koşullara rağmen, Kırım’ın Rusya’ya yeniden bağlanmış olması, Putin’in halkın gözünde yücelmesi ile sonuçlandı,“Bu imge, bizim Rusya demokrasimizin bir simgesidir. Putin, son 100 yılda bu ülkenin gördüğü en zeki devlet adamlarından biri. Bu adam, adına bir anıt dikilmesini hak ediyor. Kafkaslar, Güney Osetya, Abhazya ve Trandinyester bölgesine düzeni ve barışı Putin getirdi.
”ULUSAL İTİBARIN “İADESİ” TALEBİ
Biz bunu anlarız. 90’lı yılların başına gidelim ve bir an kendimizi sıradan bir SSCB vatandaşı yerine koyalım. Dünyanın neredeyse üçte birine hükmeden ve sonsuza dek hükmedecekmiş gibi duran imparatorluğunuz dağılıyor olsun; devasa bir devletin çöküşünün çok sancılı ve zor bir süreç olacağının bilincinde, ve fakat izlemesi kaçınılmaz karmaşayı ülkenize “demokrasi”yi yerleştirerek yatıştıracağınıza iman etmiş, ve Boris Yeltsin’i bu amaçla, vargücünüzle desteklemiş olun.
Ve aradan daha iki yıl geçmeden parlamentonuzun “demokratik” Başkanınız Yeltsin’in emirleriyle tank ateşine tutulmasına, enflasyonun %1350’ye fırlamasına, zaten yetersiz olan ücret ve emekli maaşlarınızın aylarca ödenmemesine; halkın kelimenin tam anlamıyla “aç” kalmasına; açlıktan ölen insanların sayılarının üç haneli rakamları bulmasına, Yeltsin hükümetinin tepeden tırnağa yolsuzluğa bulanmasına, organize suç örgütlerinin ve “kapitalist müteşebbisler”in birlikte hareket ederek gerek devlet gerekse özel sektörü ele geçirmelerine ve nihayet Rusya’da “çoğulculuk, çok-partili sistem, insan hakları” gibi kavramların küfür niyetine kullanılmaya başlanmasına tanık olun.
MoskovaSonra da, ülkeniz tarihinin bu en zorlu dönemlerinden birisinin başrol oyuncusunun 31 Aralık 1999’da sizden “bağışlanmayı dileyen” bir yeni yıl mesajıyla istifa ederken, yerine, siyaset sahnesinde adı bile geçmeyen, Vladimir Putin’i bıraktığını ilan etmiş olsun.
Meğer, yeni başkanınız, 1952 St.Petersburg doğumlu Putin’in gizli servisle ilişkileri olan bir işçi ailesinin çocuğu olup; 1975’te dış istihbarat ajanı olarak KGB’ye katılmış, 1985’te Doğu Almanya’ya atanmış, Doğu Alman Gizli Polis teşkilatı STASİ ile çalışmış; Rusya’ya 1990’da döndüğünde bir fasıl Leningrad/(St.Petersburg) Üniversitesi rektör yardımcısı, daha sonra Leningrad/(St.Petersburg) Belediyesi’nde mali işlerle görevli belediye başkan yardımcısı görevini yürütmüş.Siz bütün bunları neden sonra öğrenmiş olun. Öte yandan, yeni başkanın mali işlerle görevli olmuş olması demek, St. Petersburg’a gelen dış yatırımlarla ve milyarlarca dolarlık özelleştirme projelerinde, Coca Cola ve Dresden Bankasıgibi devlerin şehre müdahalelerinde dahli olmuş olması demek. Nitekim, daha sonra görev aldığı “Başkanlık Denetleme” bölümünde, çoğu şaibeli federal ve bölgesel yöneticilerle birebir muhatap olduğunu da göreceksiniz.
1998’de KGB’nin devamı olan FSB’nin başkan yardımcısı; kimine göre Yeltsin’in kolunu bükerek, kimine göre rızasıyla, Cumhurbaşkanının yakın çevresindeki yolsuzluk iddialarını araştırmaya koyuluyor. 1999’da Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri ve ilk işi, kötü şöhretli Rusya Başsavcısı Yuri Skuratov’un görevden alınmasını sağlamak. Aynı yılın Ağustos’unda, Başbakan atanıyor; Yeltsin de kendisinin “varisi” olduğunu ilân ediyor.
İlk seçim, 2000 baharında. Vladimir Putin’in sicilinde “İkinci Çeçen Savaşı”nı kışkırtmış olmaktan başkaca bir leke görmüyorsunuz ki, içinde bulunduğunuz koşullarda, doğrusu, o kadar kusur kadı kızında bile bulunur havasındasınız. Putin, seçimi daha ilk oylamada %53 ile kazanıyor. Sadece, itibarlarını hızla kaybeden Demokratları değil, Komünistleri (2 Aralık seçimlerinde olduğu gibi yine ikinci gelmişlerdi) “Rus siyasi sirkinin milliyetçi demagogu” denilen Vladimir Jirinovskî’yi de yeniyor. Aralık 2003 itibariyle “Putin Partisi” denilen, “Birleştirilmiş Rusya”/”Yedinaya Rossiya”(1) Temsilciler Meclisi “Duma”da çoğunluğu elde edecek kadar güçleniyor. Bu arada, şehirli aydınlar arasında hayli revaçta olan iki demokratik fraksiyonu “Sağ Güçler Birliği” ve Yabloko’yu(2) meclisten attıklarını da eklemeliyim. Böylece Rusya tarihinde belki de ilk kez yukardan atanan bir yöneticinin halkın onayını aldığı görülüyor.
Halkın 2000’de %52 olarak tezahür eden onayı, 2004 seçimlerinde %71, 2007’de %74 olarak devam ediyor.
(3)Şimdi, tabii, amiyane bir deyişle, “haline bakmaz halı dokur” dediğim pek çok Batılı “demokratik” ülkede seçim sonuçlarının Putin’in politikalarının Rus halkı tarafından benimsendiği için mi böyle olduğu, yoksa seçimlere hile mi karıştırıldığı konuşuluyor.
Bana sorarsanız, son üç seçimin hiçbirinde Putin’in aslında kaybettiği halde kazanmış gösterilmiş olması söz konusu bile olamaz. Peki, iktidar olmanın avantajlarını kullanmış mıdır? Evet, kullanmıştır; kaldı ki, Rusya gibi bir ucu Kamçatka’da diğer ucu Baltık’ta bir ülkede muhalefetin eleştirilerini ulusal boyutlarda dillendirebileceği olanaklar bulması da çok zor olsa gerekir diye düşünürüm.
RUS HALKI PUTİN’DEN NE BEKLER?
Rus halkının Putin’den beklediklerine gelince; bence, Rus halkı her şeyden önce, ’90lı yılların felâketlerinden korunmayı, göreli de olsa istikrar ve güvenliğin sağlanmasını bekler. Nitekim, her ne kadar düzgün bir yaşama elverecek miktarlara yükselmemiş de olsa, ücretler ve emekli maaşları epeyce bir süredir zamanında ödenmektedir. Ekonomideki kötü gidişat durmuş, yoksulluk çizgisinin altında yaşayanların sayısı azalmış, hatta yeniden büyüme işaretleri görülmeye başlanmıştır. Ayrılıkçı Çeçen hareketi de neredeyse tümüyle bastırılmış olup, ufak tefek olayların dışında ülkede terörist saldırılar görülmemektedir.
"Putin fenomeni"ne böyle bakıldığında, Başkan'ın başarısını bir şeyin "olması" için değil, "olmaması" için verilen oylara borçlu olduğu düşünülebilir.
“Olmaması” istenen, Yeltsin döneminde yaşanan kahredici kaostur ve “kaos”un faturası büyük ölçüde siyaset sahnesinde “demokrat” etiketi ile varolanlara maledildiğinden, Rus halkının onlara dur dediği şeklindeki değerlendirmede hakikat payı vardır. Gelinen noktada, “demokrat” kelimesinin Rus halkında irkilme yarattığı da bir vakıadır. Geçirdikleri tecrübe “demokrasi”yi halkın egemenliği olarak içselleştirmelerine imkân vermediğinden olsa gerek, günümüzde halk, düşünce özgürlüğü, çoğulculuk gibi kavramlara prim vermemekte, hatta uzak durmak eğilimdedir. Buna karşın, “demokrasi” söylemine revaç verenler, Başkan Putin ve yandaşlarıdır. Onlara göre, Başkan, “halkın sahici lideri” olarak, büyük bir “çoğunluk”un desteğini almıştır. Bu bağlamda, selefleri İgor Gaydar, Anatoli Çubais, Grigori Yavlinski, Boris Nemstov gibi kötü şöhretli “demokrat”lara karşı, “sahici” ve “Ruslara özel demokrasi”nin temsilcisidir. Saydığım isimlere gelince, bu siyasiler, ’90lı yılların felâketinde şu ya da bu biçimde görev almış, sorumlu “demokratlar”dır. Rusya’ya halen hakim olan iklimde, “memleketi uçuruma sürüklemiş,” hırsızların ve “Amerikalıların” talan etmelerine izin vermiş olmakla suçlanmaktadırlar.
Başkan Putin’in başarısının ardındaki bir diğer nedenin Rus halkının Sovyet geçmişine duyduğu özlem olduğu da görülmektedir. Bu özlem, KGB’ye, Çeka’ya, sansür vb. uygulamalara duyulan hasret değil, “itibar” özlemidir. Putin’in devletin içini dışını bilen bir lider olması, Rusların nicedir kaybettiklerini hissettikleri “itibar”larını geri iade edebilecek belki de tek adam olduğu duygusunu vermektedir.
Şöyle düşünelim: kuzey komşumuz insanlarının kendilerine bakışları, “Biz yirminci yüzyılın insanlık dışı acılarını yaşamış, ancak zaferden zafere koşmuş bir halkız. Savaşta (İkinci Dünya Savaşı) görülmemiş kayıplar verdik, ama Komünist Parti liderliğinde dünyayı Nazizmden kurtardık. Akabinde, bir süpergüç inşa edecek, ilk uzay uçuşunu gerçekleştirecek, Amerika ile eşdeğer nükleer gücü elde edecek kuvveti kendimizde bulduk. İşte, bizim ulusal kimliğimiz budur” şeklindedir.
Rus ordusunun kırmızı bayrağının dalgalanmasına, Stalinci marşların çalınmasına izin vererek halkın değer verdiği sembolleri diriltmek yoluna giden Başkan Putin, Rus halkının aidiyet duygularını sağlamlaştırmayı seçmek suretiyle “halkın sahici lideri” olduğu şeklinde konumunu daha bir perçinlemiş görünmektedir.
Ve nihayet, Putin’in “karizma”sının, son seçimlerde büyük rol oynadığı söylenmektedir. Bu “karizma”nın nasıl bir şey olduğunun, nelerden oluştuğunun açık bir izahı da yoktur. Başkanın yakışıklı bir erkek ya da salon adamı olduğu da söylenemez; zaman zaman küfürlü konuşmaları da vardır. Buna karşın Rus halkının büyük çoğunluğuna güven telkin ettiği, ve hepimiz gibi, kuzey komşumuzun da en büyük ihtiyacının “güven” olduğu da bir vakıadır.
Bize gelince: başını almış gidiyormuş gibi duran günümüz dünya iktidarının karşısında durabilecek bir muhalefet, hayırlı bir gelişmedir diye düşünürüm. Bizim için en iyi komşu, huzurlu bir komşu olsa gerekir.