“SAHİCİ KADIN”DAN “YENİ KADIN”A! (6)

Kızlara orta öğretim imkânın ilk kez Tanzimat döneminde sağlandığını, ilk kız rüşdiyesinin Ocak 1859’da Sultan Ahmet’te açıldığını biliyoruz. Sonra, 1869 Nizamnâmesi var. Buna göre, 500’den fazla hane sayısı olan şehirlerde – ki, bunlar büyük şehirler sayılıyorlar – Müslüman veya Hıristiyan rüşdiyelerinin açılmaları öngörülüyor. Kız ortaokullarında öğretmenler ilkesel olarak kadın olacak, kadın öğretmen bulunamadığı taktirde yaşlı ve bilgili erkek hocalardan yararlanılabilecektir. Okutulacak dersler de şöyle düzenleniyor: din bilgisi, ahlâk, nâfi’a (bayındırlık) bilgisi, Osmanlıca, hesap, sülüs ve rık’a, (yazı çeşitleri) Arapça, Farsça, imlâ, tarih, coğrafya, hıyâtet (terzilik) ve nakış. Nizamname böyle, ancak, İstanbul dışında kız rüşdiyelerinin kurulması II. Abdülhamit devrine kadar gerçekleştirilemiyor. 

İkinci Abdülhamit(1842-1918)ilginç bir adam. Bir defa, Osmanlı eyaletlerinin yanı sıra, Batı Avrupa’yı ziyaret eden ilk ve tek padişah Abdülaziz’in (1830-1876) yiğeni; eğitimiyle yakından ilgilenen amcası, 1867’de çıktığı Avrupa gezisine Abdülhamit’i de beraberinde götürmüş. Padişah’ın hepimizin anımsadığı aşağıdaki şu fotoğrafı, meğer İskoçya’nın ünlü Balmoral Kalesinde çekilmiş – ki, o kale, Kraliçe 

Victoria’nın 1848’de satın aldığı tarihten bu yana Britanya Kraliyet Ailesinin İskoçya Malikânesi olarak kullanılmış, elli bin dönümlük bir arazide kurulu bir şato ve bugün bile Kraliçe II. Elizabeth’in yazlığı olarak hizmet görüyor. 

Amca, yiğen Osmanoğulları İskoçya’ya, Fransa’dan gelmişler. Fransa’da olma nedenleri de III.Napolyon’un daveti üzerine katıldıkları 1867’de Paris’te açılan “Exposition Universelle” isimli o çok meşhur uluslararası fuar. 

Fuar, yukarda resmi görülen 490mx380m’lik dev alanda yapılmış, yüzden fazla pavyon inşa edilmiş, 50,226 katılımcı ürünlerini sergilemişler. Daha da ilginç yanı, bu katılımcıların 6,176’sı İngiltere’den, 703’ü ABD’denmiş. Geri kalanları Japonya’dan, Çin’den ve diğer ülkelerden. Fransızların fuara o zamanın parasıyla 5,9 milyon dolar harcadıkları düşünülürse, ne denli görkemli bir girişim olduğu belli. Abdülaziz ve Abdülhamit, şeref konukları arasında oldukları bu fuarda Fransız opera ve balesinden eserler de seyretmişler. Paris’ten sonra İngiltere’de Kraliçe Victoria, Belçika’da II.Leopold, Prusya’da (Almanya) I. Wilhelm, Avusturya-Macaristan’da da François-Josef gibi dönemin en etkin

imparatorları tarafından ağırlanan Osmanlı sultanlarının gördüklerinden ve temaslarından etkilenmemiş olmaları mümkün olmasa gerek diye düşünürüm. Nitekim, Richard Wagner’in “Bayreuth” operasına bağış yapan ikiliden yiğen Abdülhamit’in operaya olan ilgisi iyi bilinir. Pek çok yabancı oyunu bizzat kendisi Türkçe’ye tercüme etmiş, diğerlerini de tercüme ettirmiştir. Padişah Abdülaziz de iyi bir klasik müzik bestecisiydi; hatta “Gondol Şarkısı” isimli bir bestesi vardı. Amcasının 1876’da tahtan indirilmesinden üç ay kadar sonra padişah olan İkinci Abdülhamit’in bir diğer özelliği de Türkiye’nin ikinci saray tiyatrosunu kurmuş olmasıdır. Prof.Metin And’ın ifadeleriyle “Günümüze ulaşmayı başaran bu tiyatro, Yıldız Sarayı’ndadır. Tiyatro ve operaya ilgi duyan Sultan II. Abdülhamid tarafından yaptırılmış, 1889’da açılmıştır. Projesini saray mimarı Raimondo d’Aronco, uygulamasını ise mimar Vasilaki Kalfa’nın oğlu Yorgo yapmıştır. Salon ana projede at nalı gibi tasarlanmışsa da, uygulamada dikdörtgen biçimindedir. Aşağıda parter, yukarıda locaların bulunduğu bir galeri vardır. Sahnenin tam karşısında, ana girişin üstünde sultanın geniş locası bulunur. Padişaha yakın locaların bazısı kafesliydi; Harem’deki kadınlar oyunları buradan seyrederlerdi. Sahnede ise, kimse sultana sırtını dönemeyeceği için parter boş kalırdı. Aynı nedenle orkestra galerinin altında, sahneye göre sağda otururdu. Derinliği altı metre olan sahnenin küçüklüğüne karşın, burada bale dışında her türlü dramatik ve müzikli oyun sergilenebiliyordu…

İstanbul’a gelen yabancı topluluklar, Avrupa’nın ünlü sanatçıları da ara sıra Yıldız Sarayı Tiyatrosu’nda gösterimler veriyorlardı. İtalya’dan gelen komedyen bir opera sanatçısı, sultanı öyle çok güldürmüştü ki, sultan onu yarbay rütbesiyle tiyatronun yönetmeni yaptı. Bu kişi, Arturo Stravolo’ydu. Yalnız değildi; eşi, babası, kızı, iki kardeşi ve onların eşleri, hepsi opera sanatçısıydı ve kendisiyle birlikte onlar da saray tiyatrosunun kadrosuna alınmıştı.” Yeri gelmişken, Yıldız Sarayından önceki tiyatro/opera salonu Dolmabahçe’de. Prof. And, sahne sanatları ve müziğin gelişiminde büyük rol oynayan iki padişahın Sultan III. Selim, II. Mahmud ve özellikle Abdülmecid olduğunu söylüyor “Sultan II. Mahmud döneminde ünlü opera bestecisi Gaetano Donizetti’nin kardeşi Giuseppe Donizetti, Batı örneğinde bir askeri orkestra kurması için Türkiye’ye çağrıldı. Saraydaki gençlerin hem müzik hem sahne sanatlarında eğitim gördüğü, konservatuar gibi çalışan orkestra, Muzıka-i Hümâyun adını taşıyordu. Günümüzün Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın temelini oluşturan bu kurumun, bir başka deyişle 176 yıllık bir geçmişi vardır. Sarayda müziğe olduğu kadar, tiyatro ve operaya da büyük bir ilgi vardı. Dönemin bir belgesinden Sultan III. Selim’in opera seyrettiğini öğreniyoruz.” 


Dolmabahçe Sarayı Tiyatrosu 12 Ocak 1859’da açılıyor; açılışa şehzadeler, bütün saray halkı, devlet ileri gelenleri ve yabancı devletlerin elçileri davet ediliyor. “Önce Ricci’nin bir operasının iki perdesi, arada kısa bir keman konseri ve en son bir bale gösterisi sunuldu. Bu tiyatronun Türk dramatik yazarlığı için de önemi büyüktü. Çünkü ilk Türkçe oyun bu tiyatroda oynanmak üzere şair-gazeteci İbrahim Şinasi Efendi’ye ısmarlanmıştı. O da Anadolu’daki evlilik törelerini hicveden kısa, fakat güzel bir komedya yazmıştı: ‘Şair Evlenmesi’… Ne var ki, tiyatronun ömrü kısa sürdü. Sultan Abdülaziz döneminde, 1863 yılında binada yangın çıktı, tiyatronun içinin bir kesimi yandı. Bir daha da yapılmadı…Dolmabahçe Tiyatrosu’nun arşivlerde kalmış gravürü, ihtişamını çok iyi gösteriyor. Bir hayli ayrıntılı çalışılmış bu gravürden, tiyatronun tavan süslemelerinin, avizesinin, her şeyin çok güzel olduğu anlaşılıyor, ikinci kat localarının ortasındaki mekân Sultan Abdülmecid’in locasıdır, belli belirsiz görülen ise sultanın bizatihi kendisi. 1900’lü yılların başındaki fotoğraflarda da binanın ayakta olduğunu görüyoruz. Bu güzelim bina ilgisizlik ve bakımsızlık nedeniyle uzun süre, depo, saray ahırı vb. gibi amaçlarla kullanıldı. 1939 yılında İstanbul’a büyük bir stat yapma fikri gündeme gelince bu binanın yıkılmasına karar verildi.

1947 yılında stadın yapımı tamamlandı ve ilk maç 1948 yılında oynandı. İsmet Paşa, Mithat Paşa isimleri alan stada son olarak İnönü Stadı adı verildi.” Yanan tiyatro/opera binasının yerine bir stadyum yapılması, üstelik adının İkinci Abdülhamit’in tahta çıkar çıkmaz sadrazam atadığı Mithat Paşa’nın isminin verilmiş olması, ironik, zira tarihimizin bu iki kilit adamının üzerinde antlaştıkları bir konu varsa o da güzel sanatlar ve eğitim. Mithat Paşa, Padişah Abdülaziz’in döneminde savunduğu reform politikalarıyla tanınmış, iki kez sadrazamlık etmiş bir Osmanlı Devlet adamı; 1864’de, ordunun dikim ihtiyacını karşılamak üzere öksüz kızlar için açtırdığı ıslahhâne teknik eğitimin asıl başlangıcı sayılır.

II. Abdülhamid, kız rüşdiyelerinin sayısını 9’dan 85’e çıkaran padişah; 33 yıl tahta kaldığı düşünülünce her yıl en az iki rüşdiye açtırdığı anlaşılıyor. 
“Kız sanayi mektepleri II. Abdülhamid döneminde öksüz kızlara el becerileri kazandırmak, böylece onları üretici yapıp çevresine muhtaç olmayan kişiler olarak yetiştirmek amacıyla gündüzlü ve yatılı olarak kurulmuştu. Okulun bütün ihtiyaçları devlet tarafından karşılanmaktaydı. Ancak, ekonomik sıkıntı sebebiyle bu okulların yatılı kısmı Meşrutiyet döneminde kapatıldı. Diğer yandan ücret karşılığı hizmet veren özel kız sanayi mekteblerinin açılmasına izin verildi. Bu uygulama, İttihat ve Terakki’nin eğitim dahil, hemen her alanda özel teşebbüse önem verdiğini göstermesi bakımından dikkat çekicidir.

Böylece devletin yükü hafifletilmiş olacaktır.” Devletin yükünü “hafifleten” kız okullarının başlarında 1863 yılında İstanbul, Bebek’te kurulan Amerikan Kız Koleji (ve Robert Akademi) gelir. Christopher Robert isimli zengin bir misyoner ile İstanbul’da bir fırın, çamaşırhane ve okul işleten diğer bir misyoner Cyrus Hamlin tarafından Ermeniler’e eğitim vermek üzere kurulan okul, 1873’de Abdülaziz tarafından verilen bir izinle Rumeli Hisarı sırtlarına taşınmıştır.