1853-1900 yılları arasında yaşamış bir Rus ilâhiyatçısı ve düşünürü. Ölümünün yüzüncü yılı dolayısıyla Kardinal Biffi tarafından kaleme alınan Vatikan kaynaklı bir makale var. Kardinal Biffi, önemli bir adam, 1928 Milano doğumlu, Milan ilâhiyat fakültesi profesörü.
1950’de cübbe giyiyor, 1976’da piskopos, 1984’te Bologna başpiskoposu, 1985’te kardinal. Biffi, Soloviev’i “Doğu ve Batı Hıristiyanları arasındaki diyaloğun öncüsü ve örneği” olarak onurlandıran Papa İkinci John Paul adına konuşuyor.
Makale, “Vladimir Sergieviç Soloviev, yüz yıl önce 1900 yılının 31 Temmuz’da (bizim efrencî takvimize göre 13 Ağustos) göçtü.” diye başlıyor.
“20. yüzyılın, yani, olaylarını ve felâketlerini çarpıcı bir serahatle öngördüğü oysa tarihi yönelişi ve egemen ideolojileri itibarıyla kendisinin en derin ve en önemli öğretilerini reddedecek olan bir yüzyılın eşiğinde göçtü. Soloviev’in öğretisi peygambervari olduğu kadar da dikkate alınmayan öğretiydi. Zamanının şen şakrak ve sınırsız iyimserliği doğrultusunda, büyük Rus filozofu, yeni yüzyılın parlak bir gelecek vadettiğini, insanı aşan unsurlarından kurtulmuş yeni bir ‘ilerleme’ ve ‘dayanışma’ dininin rehberliğinde refah, barış, adalet ve güven dolu bir döneme girildiğini söyledi… Ancak, Soloviev, mukaddesattan-arındırılmış bir öngörünün büyüsüne kapılmayı reddetmenin ötesinde, kaçınılmaz felâketleri peygambervari bir isabetle sezinledi… Birkaç yıl içinde Rusya’yı ve insanlığı ezecek olan kolektivist despotluğun kısırlığını ve zulmünü öngördü, ve lânetledi.
Soloviev’in öngörüleri…
‘Dünya şiddet kullanarak kurtarılmamalıdır…’ diyordu, ‘İnsanların var güçlerini yüce bir amaç uğruna birlikte çalışmaya adadıkları bir durum tasavvur edilebilebilir; ama eğer bu bir tasavvur olmaktan çıkar da dayatmaya dönüşürse, zulüm kaçınılmazdır… Dayatmanın insanlığın bütününü içermesi halinde sonuç evrensel kardeşlik değil, devasa bir karınca yuvası olacaktır.’
Soloviev’in bahsettiği ‘karınca yuvası’ yapılanması, Lenin ve Stalin’in kör ve zalim ideolojileri tarafından gerçekleştirildi. ‘Üç Diyalog ve Deccal’ın Hikâyesi’ isimli son kitabında… 20. yüzyılın ‘büyük savaşlar, iç çekişmeler ve ihtilâller yüzyılı’ olacağını anlattı.. ‘ayrı uluslar şeklindeki eski yapılanma’ ve ‘arkaik monarşiler ve monarşik kurumlar ortadan kalkacak’ ve ‘Birleşik Avrupa Devletleri’ne giden yol açılacak’ diye yazdı.
20. yüzyılın sonunda Hıristiyanlığı beklediğini söylediği büyük buhranı öngörmüş olması hayret vericidir. Kendisi bu buhranı Deccal karakterini kullanarak anlatır. Bu büyüleyici karakter, herkesi etkilemekte, herkesi ikna etmekte başarılı olacaktır. Soloviev’in bu karakterinde günümüzün karmaşık ve müphem dindarlığı kolayca okunmaktadır. Büyük düşünür, Deccal’ın ‘adanmış bir ruhaniyatçı,’ ‘hayranlık uyandırıcı bir iyiliksever, aktif bir pasifist, kararlı bir vejetaryen ve etkin bir hayvan hakları savunucusu’ olacağını yazmaktadır. Dahası, Deccal, Kutsal Kitab’ı, Tubingen İlâhiyat Fakültesi tarafından onur doktorasına layık görülecek kadar iyi bilecek, uzman bir müctehid olacaktır. Her şeyden öte, mükemmel bir ekümanist olarak, ‘hikmet dolu tatlı sözlerle yüklü’ diyaloglara girişecektir.
Deccal, İsa’ya ‘ilkesel olarak’ karşı olmayacak, hatta İsa’nın öğretisini takdir edecektir. Ancak, İsa’nın öğretisinin eşsiz olduğu, İsa’nın dirildiğini ve bugün aramızda yaşadığı düşüncesini kabul etmeye yanaşmayacaktır…”
Kardinal Biffi, makalesine, “Bu senaryonun üzerinde düşünmemiz gereken bir senaryo olduğu kanısındayım.” diye devam ediyordu, “Bu senaryoda adanmış müminlik, insancıl ve kültürel bir harekete indirgenmiş, İncil’in mesajı her türlü felsefe ve dinle birlikte aynı kefeye konulmuş, Tanrı’nın kilisesi sosyal yardım örgütüne dönüştürülmüş olmaktadır. Soloviev’in aslında olanı öngörmediğinden emin olabilir miyiz? Bugün kefaretini İsa’nın kanının ödediği ‘mukaddes ulus’un -Kilise’nin- karşısındaki en korkutucu tehlike bu değil midir? Bu soru, fevkalâde rahatsız edici; ama kulak arkası etmememiz gerek bir sorudur.
Soloviev, 20. yüzyılı kimsenin anlamadığı kadar iyi anladı; ama 20. yüzyıl Soloviev’i anlamadı. İtibar görmedi, ‘onurlandırılmadı’ demek istemiyorum. Rus filozoflarının en büyüğü olduğuna pek az kişi itiraz eder… Thomas Aquinas’la aynı düzeyde görenler bile vardır. Ancak, 20. yüzyıl onu dinlememiş, hatta işaret ettiği yolun tam tersine gitmeyi seçmiştir. Bugün bilgili ve etkin Hıristiyanlar bile Soloviev’in tanımladığı gerçekliğin idrakinde değildirler… Örneğin, ‘egoist bireycilik’ yasalarımıza ve davranışlarımıza gün geçtikçe daha belirgin bir şekilde yerleşmektedir. Ahlâki sübjektivizm, insanların hukuk ve siyaset alanlarında farklı davranmalarının kabul ve hatta teşvik edilmesini getirmiştir.
Tanrı’nın öldüğü yüzyıl…
Pasifizm ve şiddet-karşıtlığı, İncil’in öngördüğü barış ve kardeşlik ile karıştırılmakta ve bu yanılgı, güçsüzlerin güçlülerin insafına terk edilmesiyle sonuçlanmaktadır. Gerici damgası yemek korkusu, Tanrı’nın planının bütünlüğünü, kutsal doğruların yaşamın her alanında tebliğ edilmesi gereğini unutturmakta, bütünlüklü ve anlamlı bir Hıristiyan yaşamının sürdürülmesine engel olmaktadır… Ben-merkezci ve basiretsiz bir cinsel devrimin peşinde sürüklenen 20. yüzyıl, tarihte misli görülmemiş bir biçimde aleni kabalık ve utanmazlıkla sonuçlanan müsaadekârlığa ulaşmıştır. Dahası, 20. yüzyıl, tarihteki en baskıcı, en kanlı, insan hayatına karşı en saygısız, en merhametsiz yüzyıldır…
Dini duygulara gelince, 20. yüzyıl Doğu’da devlet ateizminin insanlığın büyük bir bölümüne dayatıldığı, dünyevileşmiş Batı’da hızla yayılan haz düşkünü ve serbestiyetçi ateizmin ‘Tanrı’nın ölümü’ şeklindeki ucube fikre kapıldığı bir yüzyıldır.
Özetle: Soloviev, hiç kuşkusuz bir peygamber ve bir hocaydı; ama bir bakıma, fuzulî bir hoca. Büyüklüğü ve zamanımızki değeri de buradan gelir. İnsanoğlunun tutkulu bir savunucusu olduğu kadar da iyilikçiliğe karşı birisi; yorulmaz bir barış havarisi olduğu kadar da pasifisizm karşıtı birisi; Hıristiyan birliğini yücelttiği kadar her türlü tavizin yılmaz bir hasmı; doğa âşığı olduğu kadar günümüz ekolojik kışkırtmalarına karşı birisi -kısacası, doğrunun dostu, ideolojinin düşmanı-. Onun gibi liderlere bugün ihtiyacımız büyük.”
Vladimir Sergieviç Soloviev’in yüz yıl önce çizdiği Deccal karakterini çok ama çok düşündürücü buluyorum: Büyüleyici, etkileyici, ‘adanmış bir ruhaniyatçı,’ ‘hayranlık uyandırıcı bir iyiliksever, aktif bir pasifist, kararlı bir vejetaryen ve etkin bir hayvan hakları savunucusu.’ Hepsinden öte, Kutsal Kitab’ı herkesten iyi biliyor, içtihat yapıyor. ‘Hikmet dolu tatlı sözlerle yüklü’ diyaloglar, mükemmel bir ekümanist.